iSTANBUL

ciziyorum milliyet

leman 1resim yazı1resim yazı1resim yazı1resim yazı

2 Kasım 2008 Pazar

Rakı


Rakı


Neymiş efendim...

Atatürk rakı içiyormuş.

Aslandı o, aslan...

Aslan sütü içecek tabii.

*

Hadi siz "dönülmez akşamın ufkundayız" diye ince ince başlayın, ben de size yıllar önce yazdığım yazıyı anlatayım...

*

İçki yasaklanabilir.

Bence mahzuru yok.

Ama rakı asla...

Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında "içki" değildir rakı.

*

Yurt sevgisidir örneğin...

İki tek attın mı, "n’olacak bu memleketin hali?" diye endişelenmezsin aksi olsa!

Tıp bazen çaresizdir...

O ilaçtır.

Gurbete bile iyi gelir.

*

Kontörsüz muhabbettir.

Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir. Kahkahadır. Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk’tir.

*

Botoks’tur bir nevi.

En kaknemi bile bir başka görünür gözüne... Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır. İçilir, güzelleşilir.

*

Herkesin gençlik hatası olabilir... Bira içersin.

Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin. Amerika’da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler’de TIR parası ödersin, ayrı...

Kürkçü dükkánıdır.

Döner dolaşır, gelirsin.

*

Orhan Gencebay’dır.

Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın... Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin... İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır.

Tatlıses’tir.

Realite’dir.

*

Çocuktur, ağlarsın.

*

Hele beyaz "p"eynir ile "k"avun olursa sağında solunda... Örgüttür.

PRK...

Ama bölücü değil, birleştirici örgüt.

Türk’ü de içer, Kürt’ü de, Laz’ı da, Çerkez’i de. Sor bak, Ermeni’si de, Rum’u da, Yahudi’si de.

*

AB’cidir...

Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs’ı veresin gelir!

*

Madem gıcıksın rakıya...

Neden balık avlıyorsun o zaman kardeşim?

Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?

Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin...

İnek miyiz biz?

*

Yanlış şiir okuyorsun...

Hapse giriyorsun.

(Üstüne, yanlış şair okuyorsun...)

*

Oku bak...

Ne diyor dünya güzeli Orhan Veli:

Şiir yazıyorum

Şiir yazıp eskiler alıyorum

Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam...

16 Haziran 2008 Pazartesi

Liman von Sanders Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr



Dün...

16 Mayıs, cuma, Mustafa Kemal'in Bandırma vapuruyla Samsun'a gitmek üzere yola çıktığı gün, yani 16 Mayıs, cuma, Bandırma limanı ile Samsun limanı satıldı!

*

Samsun'a bi varacak ki...

Liman satılmış.

"Ordu limanına yanaşalım" dese...

Satıldı.

"Çek Trabzon'a" dese...

O da satıldı.

"Rize?"

Satıldı.

"Bari Hopa'ya gidelim..."

O da satıldı.

"Dönün kardeşim Sinop'a!"

Satıldı.

"Ereğli limanı?"

Satıldı.

"Yarımca limanına gitsek..."

Satıldı.

*

"Bana satılmayan liman bulun" dese, dün itibarıyla, memleketi Karadeniz üzerinden kurtarması mümkün değil.

*

"Tekirdağ limanına çıkayım, oradan yüze yüze karşıya geçerim" dese... Satıldı.

*

"Dümeni Ege'ye kır" dese...

Dikili limanı satıldı.

İzmir limanı satıldı.

Kuşadası limanı satıldı.

Marmaris limanı?

Satıldı.

*

"Madem öyle Akdeniz'den girelim" dese...

Antalya limanı satıldı.

Alanya limanı satıldı.

Mersin limanı satıldı.

İskenderun limanı satıldı.

*

"İtalya'ya gidelim, oradan uçakla gelelim" dese... Havalimanları zaten satıldı.

*

Bakın "İtalya" dedim, aklıma geldi... Mustafa Kemal'in henüz haberi yok ama, İstanbul aşığı İtalyan ressam Zonaro, şahane bir tablo yapmıştı, "Galata Limanı..."

O da satıldı.

*

Birileri araya girip "satılmama koşulu"ndan vazgeçirmezse...

Mustafa Kemal'in işi zor!

Japon atasözü: Ne tarafa dönersen dön, kıçın arkadadır!Yılmaz ÖZDİL

Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

Japon atasözü: Ne tarafa dönersen dön, kıçın arkadadır!

"Benzine, mazota niye böyle habire zam yapılıyor" diye sorulunca, ne sormuştu Başbakan?

"Petrol kuyularımız mı var?"


Alkışlamıştı ahali.

*

Doğalgaza zam yapılınca ne dedi?

"Doğalgazın fiyatını biz belirlemiyoruz, üreticileri belirliyor, düşürecekse orası düşürüyor."

Gene alkışladılar.

*

Elektriğe zam yapılınca?

Hakeza.

*

E şimdi ekmeğe zam yapıldı...

İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı çıktı, ne dedi biliyor musunuz?

"Ekmeği unla yapıyoruz, fırıncıların buğday tarlası mı var?"

*

Ayakta alkışlıyorum, ayakta!

*

Ha diyebilirsiniz ki, "Kardeşim, bizim banknot matbaamız mı var?"

Kusura bakmayın...

O da sizin sorununuz.

*

Bakın "halkın cumhurbaşkanı" Tokyo'yu geziyor; siz hálá ayağınızda tokyo terlikle geziyorsunuz...

O nedenle, Japon atasözüyle başlamıştık; Türk tekerlemesiyle bitirelim: "Kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, bitti, kül oldu."

12 Haziran 2008 Perşembe

Başka gezegenler bulamazsak insan ırkının sonu olur İngiliz fizikçi Prof. Stephen Hawking

Mudoda Outlet FırsatlarıÇok Özel Fiyatlara Alışveriş Şansı Güvenli Ve Online Alışveriş

İmkb Al - Sat Tabloları


“Zamanın Kısa Tarihi” adlı kitabın yazarı İngiliz fizikçi Prof. Stephen Hawking, açıklamalarıyla yine büyük ses getirdi

Evrenin ve zamanın arasındaki ilişkiyi anlattığı ve bir çok insanın evren ile ilgili daha derin düşünmesine neden olan “Zamanın Kısa Tarihi” adlı kitabın yazarı İngiliz fizikçi Prof. Stephen Hawking, açıklamalarıyla yine büyük ses getirdi. ALS adlı bir tür kemik erimesi hastalığı nedeniyle 1985’ten beri terkerlekli sandalyeye bağlı bulunan ve kendisi için üretilmiş özel bir bilgisayar programı sayesinde konuşan 65 yaşındaki bilimadamı, insanlığın dünyada bir geleceği olmadığını ve en yakın zamanda başka gezegenlerde koloniler kurması gerektiğini söyledi. Evren’deki başka galaksilerde ve gezegenlerde hayat bulunduğuna inandığını söyleyen Hawking, bunun için uzay yolculuklarının büyük önemi olduğunu belirtti. Kendisinin de bir gün uzaya gitmek istediğini söyleyen Hawking, “Tanrı’nın varlığına inanıyor musunuz” sorusuna da ilginç bir cevap verdi. Hawking, “ Evrenin bilim kurallarına göre hareket ettiğine ve var olduğuna inanıyorum. Bu kuralları Tanrı koymuş olabilir. Ancak bu kurallar değişmez Tanrı da bu kurallar içerisinde var olabilir” diye konuştu.

2 Haziran 2008 Pazartesi

Film şeridi gibi bilim

SENEM ONAN
Film şeridi gibi bilimBilimin Serüveni’ isimli kitap, sayıların icadından sicim teorisine merak edilen her konuda bilimin 4000 yıllık resimli tarihini sunuyor. Kitap, tecrübeli bilim muhabirleri ve popüler bilim yazarı tarafından hazırlanmışGünümüzde popüler bilim kitapları ve belgeseller hayata heyecan katmanın en güzel yollarından biri haline geldi. Bilim haberleri bile her geçen gün daha çok şaşırtıyor. Nanotüpler sayesine hayata geçmesinin kolaylaşacağı iddia edilen uzay asansörleri, bakterilerin genleri değiştirilerek yaratılan canlı bilgisayarlar, bulunan kayıp halkalarla tekrar tekrar ispatlanan evrim teorisi... Kullanılan bazı terimleri anlamadığımız, olayların sebeplerini, tarihini tam kavrayamadığımız durumlarla karşılaşsak da, bilimin saçtığı heyecanı hissetmemek mümkün değil.
Geçen günlerde astronomlar ilk kez, ölen bir yıldızı gözlemlediler, başka bir deyişle bir süpernova patlamasını kameraya kaydettiler. Uluslararası astronomlar ekibi lideri, Princeton Üniversitesi’nden Alicia Soderberg, süpernova patlamasıyla ilgili açıklamasında, “Yıllardır bir yıldızı patlarken görmeyi düşlüyorduk. 9 Ocak’ta, doğru teleskopla, doğru zamanda, doğru yerdeydik. Tarihe tanıklık ettik” demişti. İşte o gün doğru zamanda, doğru yerde, doğru teleskopla olmak için, yıllarını vermişlerdi. Bilimsel ilerlemenin gerektirdiği kollektif sabır, disiplin, süreklilik, düzen, para, eğitimin büyüklüğü insanı hayrete düşürüyor. Doğruyu bulmak için bazen defalarca hata yapmak gerekiyor. İşin gerçeği, amatörce takip etmek için bile olsa, bilgiye ulaşmak bir çaba gerektiriyor.

Gerçek bir serüven
Popüler bilim çalışmaları, bazen işi fazla özetleyip, aynı anda hem macera coşkusunu, hem de entelektüel bir aktivite yapıyor olmanın verdiği rahatlığı yaşatmaya yönelik olabiliyor. Fakat artık her bilgi seviyesine ya da anlama kapasitesine uygun kitaba rastlamanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bilimsel bilgiden, bilimden, irfandan nefret dahi ediyor olsanız, size uygun bir popüler bilim kitabı bir yerlerde vardır. Aslında konuya ilgi duymasına rağmen, konsantrasyon bozukluğu sebebiyle derinleşemeyenler için veya işin çok başında olanlar için, çizgi roman formatında sunulanlar bile var. Hele çocuklar için hazırlanan bilim kitaplarının çeşitliliğine diyecek yok.
Raflarda yeni yer almaya bulan, National Geographics Society tarafından yayınlanan NTV Yayınları’nın dilimize kazandırdığı Bilimin Serüveni isimli kitap, sayıların icadından sicim teorisine merak edilen her konuda bilimin 4000 yıllık resimli tarihini sunuyor. Kitap; bilim muhabiri olan Discover veTime dergilerinin eski editörlerinden, birçok popüler bilim kitabının yazarı John Langone; Discover, Natural History, Scientific American gibi dergilerin editörlerinden, popüler bilim yazarı Bruce Stutz ile çocuklar için bilim kitapları da yazan Andrea Gianopoulos tarafından hazırlanmış. Yemek kitaplarından, araştırma kitaplarına, çocuk kitaplarından romana pek çok alanda başarılı çevirileri yayımlanan Duygu Akın’ın da kitaba katkısı büyük.
4000 yıllık böyle uzun soluklu bir bilim yolculuğuna koyulmak kimsenin gözünü korkutmasın. Zira Bilimin Serüveni her şeyden önce bilime yabancı olan okuyucu dikkate alınarak hazırlanmış. Okuyucunun konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığı varsayılmış. Neredeyse ‘bilimdışı’ bir dil kullanılmış, ortalama okuyucuya gereksiz ve fazla gelebilecek bilimsel terimlere yer verilmemiş. Özel kelimelerin kullanıdığı yerlerde ise söz konusu kelimeler açıklanmış.
Kitap; Gökler, İnsan Bedeni, Madde ve Enerji, Yaşamın Kendisi, Dünya ve Ay, Zihin ve Davranış başlıklarıyla altı temel bölüme ayrılmış. Bütün bölümlerde standart olarak sunulan ilgilendirici zaman çizelgeleri, bilgi kutucukları, bölümler arası referanslar, çeşitli başlıklarla verilen mini özetler, kısa biyografiler, denemeler ve muhtelif ebatlardaki ihtişamlı resimler sayesinde, bilim tarihi hakikaten de bir serüvene dönüşüyor. Bütün bunlara rağmen, sayfalara cömertçe dağıtılmış kutucukların bazıları zorlanmışlık hissi taşıyor. Ne olursa olsun, anlayabildiğimiz ve bizi şaşırtan her doğru ‘bilimsel’ bilgi hayalgücümüzü çalıştırıyor, hayata dair sorularımızı artırıyor, ufkumuzu genişletiyor. Bilim, binlerce gizemi çözmeye çalışırken, bir yandan da sonsuz sayıda gizemle dolu.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

BALTALİMANI ANTLAŞMASI

Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık
haline getirmiş milletler,
Evvela HAYSİYETLERİNİ sonra HÜRRİYETLERİNİ
ve daha sonra da İSTİKBALLERİNİ kaybetmeye mahkumdurlar "



M. Kemal ATATÜRK







1838


BALTALİMANI ANTLAŞMASI


Dr. Merih HANHAN ( alıntı)

orhun__20 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
  • İngiltere, 1800’lü yılların başında dünyanın süper gücüydü. Sanayi devrimini tamamlamış, ticaretini artırmak amacıyla dünya pazarlarını birer birer ele geçirme çabasına girmişti. Sömürgeleri ile sınırları o kadar genişti ki, “topraklarında güneşin batmadığı ülke” denilirdi.
  • Oysa, aynı tarihlerde, Fransa, Almanya, Avusturya ve Amerika henüz sanayi devriminin başındaydılar. Bu ülkeler, sanayileşebilmek için ulusal pazarlarını İngiliz mallarına karşı korumak zorundaydılar. Bu nedenle, ulusalcı politikalar uygulayarak, yüksek gümrük vergileri koyup İngiliz mallarının ülkelerine girmesini engellediler.
  • Avrupa ve Amerika pazarlarına giremeyen İngiliz ticaret ve sermayesi, Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok ülke ile serbest ticaret anlaşmaları imzalamış sıra, Osmanlı Devleti’ne gelmişti.
  • Osmanlı tahtında Padişah II.Mahmut (1808-1839) oturmaktaydı. Sadrazam ise İngilizlerle iyi ilişkiler içerisinde olan Mustafa Reşit Paşa idi.
  • Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu, Avrupalılaşmakta görüyor, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleriyle serbest ticaret öneriyor ve şöyle diyordu:
  • “Ülke, serbest ticaret sayesinde büyük bir hızla sanayileşecektir.”
  • O dönemde Batıda sıkı bir gümrük politikası uygulanmaktayken,
Osmanlı Devleti’nde gümrük vergisi %3 civarındaydı.
  • Ancak Osmanlı hükümeti de 1826’dan itibaren, esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyla yabancıların iç dağıtım şebekelerine girmesinin mümkün olmadığı bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü (bazı malların üretim ve dağıtımı bütünüyle devlete yahut yerli tüccara ait olduğu) uygulamaya koymuştu.
  • Yed-i vahid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Çünkü İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
  • Bu durumda İngiliz diplomasisi, Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı ve bu fırsat 1838’de İngilizlerin karşısına çıktı.
  • Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Kütahya’ya kadar gelmişti.
  • Zayıf bir Osmanlı Devletinin varlığını sürdürmesini çıkarlarına uygun gören İngiltere araya girerek isyanın bastırılmasına yardım etti ve Osmanlı Devleti ile hanedanının bir süre için dahi olsa yaşamasına izin verdi.
  • Ama bu lütfun bir bedeli olmalıydı;Osmanlı Devletinden istenen gümrük duvarlarının indirilerek, Sanayileşmiş Batı’nın ürünlerine kapıların açılmasıydı.
  • Çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşması Baltalimanı’nda Mustafa Reşit Paşa tarafından imzalandı.
  • Antlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafından tasdik olundu.
  • Geçmişte gynaikon limen "kadınlar limanı" olarak bilinen, Fatih Sultan Mehmet'in kaptan-ı deryası Baltaoğlu Süleyman Bey'den adını alan bu koy, Rumeli Hisarı ile Emirgan arasında, kaynağı Levent Çiftliği’nde olan bir derenin ağzındadır.
  • 19. yüzyılda İstanbul zenginlerinin rağbet ettiği bir yer olduğundan, kıyı boyunca bir çok büyük yalılar vardı ve bunlardan biri de Mustafa Reşid Paşa’ya aitti.
  • Günümüzde Kemik Hastanesi bulunmaktadır.


Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başlatan bu antlaşmanın en önemli maddeleri şunlardı:
  • İngiliz tüccarlar, hiçbir kısıtlama olmadan, her tür malı tüm Osmanlı topraklarında hem iç hem dış ticaret amacıyla alıp satabilecekler (Anlaşmadan önce İngilizler ticaret mallarını limana kadar getirebiliyor ve bu malın dağılımını yerli tüccarlar yapıyorlardı. Bu maddeden sonra yabancılar iç piyasamıza hakim oldular.)
  • İngilizler’den mal alım ve nakli için belge istenilmeyecek
  • İngiliz tüccarlar, iç ticarette yerli tüccarlardan fazla vergi ödemeyecek
  • Yabancı mallar Boğazlar’dan serbestçe geçecek
  • Osmanlıya tanınan tekel haklar iptal edilecek.
  • Antlaşma, “sonsuza dek” yürürlükte ve geçerli olacak. (Nasıl antlaşmaysa bütün Osmanlı nesillerini ipotek altına alıyor!!)
  • Anlaşma tüm Avrupa devletleri için de geçerlidir.
  • Fransa, menfaatlerine ters düşeceğini düşünerek bu antlaşma hükümlerine önce şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de son maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir antlaşma imzaladı.
  • Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri takip etmekte gecikmediler.
      • 31 Ocak 1840’ta İsveç ve Norveç,
      • 2 Mart 1840’ta İspanya,
      • 14 Mart 1840’ta Hollanda,
      • 30 Nisan 1840’ta Belçika,
      • 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve
      • 20 Mart 1843’te Portekiz ile antlaşmalar imzalandı.
  • Antlaşma imzalanınca, İngiliz dışişleri bakanı Lord Palmerstone bu antlaşmanın ‘İngiltere için bir şaheser’ olduğu ifadesini kullanırken Avusturya başbakanı ise “İşte Osmanlı şimdi bitti!” diyerek, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır.
  • Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de antlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin birçok kolları, şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki, bunlar artık tamamıyla İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları, Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çinisi hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının, bugün, Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir.


Anlaşmanın sonuçları
  • Osmanlı iç pazarı, Batı'nın sanayi ürünlerine açıldı, dış ticaret dengesi bozuldu. Tüketim açgözlülüğü depreşti.
  • Sınırlı, hatta ‘‘yok’’ bütçe tükendi. Gösterişçi tüketime giden para, ordunun ve bürokrasinin modernleşmesine yetmiyordu.
  • 1854 Kırım Savaşı'nı kaybettik. Bütçeyi rahatlamak için ilk dış borçları aldık.(İngilizler’den yüzde 6 faizle 3 milyon 300 bin Osmanlı altını borç aldık.),ilk devlet tahvillerini çıkarttık...
  • 1875 Ramazan Kararnamesi geçici imdadımıza yetişti, vadesi gelen borçların sadece yarısının ödeneceği açıklandı,
  • 1876'da parasızlık yüzünden ödemeler durduruldu.
  • 1879'da durum büsbütün vahimleşmişti. Rüsum-ı Sidde İdaresi kuruldu. Faiz ve anapara karşılığı olarak, damga,içki, balık avı, tuz ve tütün gelirlerine el konuldu.
  • Para yine yetmedi. Eylül 1881'de Muharrem Kararnamesi çıktı. 1858-1874 borçlarını kapatmak için, devlet hazinesi, Alman, Avusturya, Fransız ve İtalyan alacaklılarla, Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen, sekiz kişiden oluşan Düyûn-u Umûmiye-i Osmanlı İdaresi Meclisi'ne bırakıldı. Tuz, balık avı, tütün, alkol ve damga pulu vergilerini o toplamaya başladı.
  • En bereketli gelir kaynağı tarımdı. Yabancı sermaye işbirliği yaptı. 1884 yılında Reji İdaresi doğdu..
  • 1886-1903 arasında dokuz, 1903-1908 arasında beş borç daha alındı.
  • Derken, Trablusgarp (1911-12) ve Balkan (1912-13) savaşları arasında, yine ‘‘hazine tahvilleri’’ imdadımıza yetişti. Bütün paralar dışarıya gitti, memur maaşları ve müteahhit alacakları ertelendi.
  • Birinci Dünya Savaşı çıkınca İngiliz ve Fransızlar Türkiye'den kaçtı. Düyûn-u Umûmiye, Alman-Avusturya-Macaristan takımına kaldı.
  • Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Ankara Hükümeti güçlenince, yabancıların denetlediği gelir miktarı düştü. Lozan Antlaşması hem uzlaşma sağladı, hem gelir kaynaklarımızı bize iade etti.
  • Düyûn-u Umûmiye, Türkiye sınırları dışına çıkartıldı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ödediği taksitleri alacaklılara ulaştıran bir aracı kurum durumuna getirildi.
  • ‘‘Devletçilik’’ ilkesi benimsendi ve devlet işletmeciliği yaratıldı.
  • Vakitlice ödenmemiş borçlarımızdan doğan faizler için 22 Nisan 1933'te, sözde alacaklılar ile pazarlık masasına oturduk Osmanlı borçlarından payımıza düşenin son taksidini 25 Mayıs 1954'te ödedik...
  • Ocak 1978’de bugünün temeli Dünya Bankası'nca hazırlanan raporla atıldı. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmezken, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye'nin 1978'e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü.
  • 1980 sonrası. 'Yok' denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçemizin yüzde 40-50'sini vermemize rağmen 300 milyar dolara dayandı...
  • Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başlatan Balta Limanı Antlaşması’nın bir benzeri, hatta daha da ağırı Kasım 1995’de imzalanıp 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi. Bu kez anlaşmanın adı, Gümrük Birliği Anlaşması idi.
  • Avrupa Birliği (AB)’ne girme pahasına, Koalisyon Hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşma ile Türkiye, AB’nin 15 üyesi ülkeye karşı tüm gümrük duvarlarını indirdi. Avrupa Birliği’ne tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmiş tek bir ülke yoktu. Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalayan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı şöyle diyordu:

    “Türkiye’yi güçlü ve önder bir ülke yapacağız, Avrupa Birliği’ne taşıyacağız...”
  • Türkiye’nin sekiz yılda 85 milyar dolar kaybına neden olan Gümrük Birliği Anlaşması, TBMM’nin onayına sunulmamış, Yüce Meclis’ten geçirilmeden uygulamaya konulmuştu.
  • Türk Kamu–Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin yaptığı bir araştırmada, ‘Gümrük Birliği’ne girmemiz, ülkemizi daha büyük bir pazar haline getirmekten başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu da göstermektedir ki, Gümrük Birliği dış ticaret hacmini artırsa da bu artışın ülkemiz ekonomisine olumlu yansıdığını söylemek mümkün değildir. Aksine 1987–1995 yılları arasında her yıl ekonomiden dış ticaret açığına giden ortalama 7.6 milyar dolar, Birliğe girişimizden sonra (1996–2004) yıllık ortalama 19.7 milyar dolara yükselmiştir. Bu açıdan bakıldığında Gümrük Birliği Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 9 yıldan beri yıllık ortalama 12 milyar dolar fazladan dış ticaret açığı verilmekte. Yani Gümrük Birliği ülkemize yıllık 12 milyar dolar dış ticaret açığına mal olmaktadır’ görüşüne yer verildi.
  • Balta Limanı Antlaşması’ndan bin beter Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’ye zararı 85 milyar dolarla sınırlı kalmadı. O, sadece bir başlangıçtı, gerisi çorap söküğü geldi:
  • İMF, Ankara’ya demir attı. Peşi peşine Niyet Mektupları (Teslim Mektupları!!) imzalandı.
  • Özelleştirme adı altında, Türkiye’nin ekonomik kaleleri olan Petkim, Tekel, Tüpraş, Seka, Telekom, Sümerbank, Şekerbank birer birer Türklerin elinden alındı.
  • Washington ve Brüksel’de hazırlanmış olan Tahkim, Uyum Yasaları, İkiz Yasalar gibi Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit eden yasalar, TBMM’den ’15 günde 15 yasa’ hızıyla geçirildi.
  • Sömürgeciler, Türkiye’de şeker pancarı, tütün, pamuk üretimlerini kısıtladılar, Türk tarım ve hayvancılığını öldürdüler.
  • Türk tarım arazileri de Yunanlılara, İsraillilere, Almanlara, İngilizlere Amerikalılara satılmaya başlandı.
  • Kıbrıs, Rumlara teslim edildi.
  • Aslında bir tarım ülkesi olan Türkiye; buğdayı, unu, şekeri, soyayı, tütünü, ayçiçeğini, pamuğu, eti ithal eder duruma düştü.
  • ABD ve İngiltere, Irak’ı işgallerinde Türkleri ‘tetikçi’ olarak kullanmak istediler, direniş görünce de Türk askerinin kafasına çuval geçirdiler.
  • Türkiye’nin iç pazarları, ticareti de yabancıların eline geçti. Tekstili, sütü, yoğurdu, ayranı, şekerlemeleri de artık yabancılar üretip satmaya başladı.
  • Türk halkının yarısı açlık sınırına dayandı, çoğu gençlerden oluşan ve üniversite mezunlarını da kapsayan işsizler ordusu 10 milyonu geçti.
  • TARİH YİNE TEKERRÜR MÜ EDİYOR?
  • Dün 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması, bugün 1995 Gümrük Birliği;
  • dün Düyun-ı Umumiye, bugün IMF;
  • dün Çariçe II. Katerina’nın Grek Projesi, bugün Fener-Bizans Ortodoks Devleti;
  • dün Girit, bugün Kıbrıs;
  • dün mandacılar, bugün ABci ve ABDciler;
  • dün mütareke dönemi İstanbul basını ve bunların tipik sembolü Ali Kemal, bugün işbirlikçi basın ve nereye baksan başka Ali Kemaller;
  • dün Mustafa Kemal’i hilafet ve saltanat düşmanı olarak görüp hıyanetle suçlayanlar, bugün vatanseverlere ‘marjinaller’ diyenler.
  • O zaman tarihten başka örnekler size:
  • Malazgirt ve Miryakefalon zaferleri ile Anadolu’nun Türk yurdu oluşu, Sakarya ve Büyük Zaferle bunun kanıtlanması...
  • üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere ve Düvel-i Muazzama’nın diğer devletlerinin Çanakkale’de yenilmesi ve İngiltere’nin süper güç apoletlerinin Çanakkale’de yakasından sökülüp atılması...
  • Düvel-i Muazzama’nın Türke biçtiği kefenin ulusal kurtuluş savaşıyla yırtılıp atılması...
  • EĞER TARİH TEKERRÜRSE BUNLARI DA EKLEYİN!!
  • O zaman tarihten başka örnekler size:
  • Malazgirt ve Miryakefalon zaferleri ile Anadolu’nun Türk yurdu oluşu, Sakarya ve Büyük Zaferle bunun kanıtlanması...
  • üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere ve Düvel-i Muazzama’nın diğer devletlerinin Çanakkale’de yenilmesi ve İngiltere’nin süper güç apoletlerinin Çanakkale’de yakasından sökülüp atılması...
  • Düvel-i Muazzama’nın Türke biçtiği kefenin ulusal kurtuluş savaşıyla yırtılıp atılması...
  • EĞER TARİH TEKERRÜRSE BUNLARI DA EKLEYİN!!


1838 Balta Limanı Antlaşması ile başlayan Osmanlı devletinin çöküşünde ortaya Mustafa Kemal çıkmıştı. Ama öyle gözüküyor ki, bu kez çöküş, Türkiye’nin tamamen teslim alınmasına kadar sürecektir.


EGER MiLLiYETÇiLERiMiZ ÜMMETÇiLiGi BIRAKMAZLARSA


SOLCULARIMIZ BİLDİKLERİ TEK SEY OLAN BÖLÜNMEYİ BIRAKIP
BİRLEŞMEYİ BECEREMEZLERSE


Bu GİBİ YÖNETİMLERLE


Türkleri kendi topraklarında kiracı olma ve uşaklık beklemektedir

13 Mayıs 2008 Salı

time.com Pictures of the Week

People



A woman grieves for her son, Ayad Hafidh, as he is buried in the Shiite holy city of Najaf, south of Baghdad, Iraq.
A Chinese man walks by mannequins tossed onto the rubble of demolished shops in Beijing.
Ultra Orthodox Jews watch worshippers pray in front of the Wailing Wall in Jerusalem. Israel celebrates its independence on May 14.
An Israeli farmer inspects the wheat crop harvested from fields along the Gaza border.
Pigeons fly through a dust storm in Kuwait City.
Two British soldiers rest after a day of patrols in the area around Basra, Iraq.
Two British soldiers rest after a day of patrols in the area around Basra, Iraq.
April 25 - May 1, 2008 Monday, April 28, 2008
Picturesque
A bride crosses a lake on a horse on the set of a photo shoot, in Shidu, southwest of Beijing. A Chinese company runs group tours to the area for soon-to-be-married couples, to that they can shoot their wedding photos in spectacular settings.
Barack Obama shakes hands with a senior citizen after speaking in Columbia City, Indiana.
Thursday, May 1, 2008
The Touch

Barack Obama shakes hands with a senior citizen after speaking in Columbia City
Indiana.
Workers paint a wall at a power plant in Huaibei, China.
Members of the ancient Samaritan community work around a fire-pit where they have placed sheep on stakes as part of a traditional Passover sacrifice on Mount Gerizim, near the West Bank town of Nablus.
April 18 - 24, 2008 Saturday, April 19, 2008
Blessed SacrificeMembers of the ancient Samaritan community work around a fire-pit where they have placed sheep on stakes as part of a traditional Passover sacrifice on Mount Gerizim, near the West Bank town of Nablus.
Pope Benedict XVI waves to those waiting to greet him upon his arrival at Andrews Air Force Base, Maryland.
April 10 - 17, 2008 Tuesday, April 15, 2008
Holy Arrival
Pope Benedict XVI waves to those waiting to greet him upon his arrival at Andrews Air Force Base, Maryland.
U.S. military personnel provide medical aid to a child wounded in a bombing in Mosul, Iraq.
Saturday, April 12, 2008
Rescue
U.S. military personnel provide medical aid to a child wounded in a bombing in Mosul, Iraq
Rescuers attempt to put out a fire caused by a plane crash, in Goma, in the Democratic Republic of Congo. At least 44 passengers have been declared dead.

Tuesday, April 15, 2008
Fatal Crash
Rescuers attempt to put out a fire caused by a plane crash, in Goma, in the Democratic Republic of Congo. At least 44 passengers have been declared dead.

Pakistani boys play billiards in the Christian neighborhood of Khashi Kaluni in Islamabad, Pakistan.
Tuesday, April 15, 2008
Friendly Game
Pakistani boys play billiards in the Christian neighborhood of Khashi Kaluni in Islamabad, Pakistan
Sailors line the flight deck of the USS George Washington as it prepares to depart to its new station in Yokosuka, Japan.

Shipping Out
Sailors line the flight deck of the USS George Washington as it prepares to depart to its new station in Yokosuka, Japan.

Time Issue
Storks rest in their nests on prefabricated posts in an estate near Caceres, Extremadura, Spain.

Tuesday, April 1, 2008
Nest Egg
Storks rest in their nests on prefabricated posts in an estate near Caceres,

Extremadura, Spain.

Men are caught in a dust storm while playing cricket at a playground in Kabul.

Monday, March 31, 2008
Play Up
Men are caught in a dust storm while playing cricket at a playground in Kabul.

Comoran and Tanzanian African Union soldiers arrest an injured Anjouanese man after shooting three rockets to his house in Mutsamudu. Comoros government forces were hunting rebels on the island of Anjouan.




12 Mayıs 2008 Pazartesi

Şeyh hazretleri ve Petro...

Yaşamı Yaratmada İlk Adım--Hasan PulurOlaylar ve İnsanlar

DÜN, bugün, yarın Türkiye’de, kahvelerde, çay bahçelerinde, meyhanelerde, hapishanelerde, asker koğuşlarında, hamamlarda en çok konuşulan haber hangisidir?
Bir düşünsenize!
Hürriyet’in “Atma hocam/Din kardeşiyiz” başlıklı manşeti...
Erkek egemen bir toplumda bundan başka konuşulacak haber olur mu?
* * *
FATMA Aksu’nun haberine göre İlahiyat Profesörü Süleyman Uludağ, “Sufi Gözüyle Kadın” adlı kitabında “Cinsel gücün keramet olduğunu” söylüyor ve 80 yaşındaki bir şeyhin, bekâretini bozduğu 14 yaşındaki kızla, gecede 60 kere cinsel ilişkide bulunduğunu belirtiyormuş. Hatta şeyh hazretleri, “14’lük” kıza, “Eğer sana acımamış olsaydım, bu sayıyı yüze çıkarırdım, annen de artık kızımı seksenlik ihtiyara vermek istemem, diyemezdi’’ demiş...
* * *
ŞİMDİ söyleyin bakalım, bu haber kadar aklı fikri o işlerde olan erkeklerin ilgisini hangi haber çeker? Kahvelerde, kışlalarda, meyhanelerde bu haber konuşulmaz mı, yarı şaka yarı ciddi tartışmalar yapılmaz mı, bazıları da böyle şeyh hazretlerini tanıdığını söylemez mi?
(Evlad-ı vatanı, okuyup ilm-i irfan sahibi olsun diye kimlere teslim ettiğimiz de ayrı bir konu ya, neyse...)
* * *
EVET, söyleyin bu haber konuşulmaz da Soros destekli “Sivil toplum önderi”nin Başbakan’a evinde verdiği yemek, yemeğe katılanlar mı konuşulur?
Üstelik o yemeğin ya da bu yemeklerin herkes için türlü, çeşitli sakıncası da vardır.
Böyle bir yemekten söz edip yazdık diye kırk yıllık dostumuz, arkadaşımız Mehmet Barlas’ı küstürdük. Güngör Uras’ın bizden habersiz, gıyabımızda bütün arabulucu hamlelerine rağmen Mehmet Barlas “Bu kaçıncı?’’ diye kabul etmemiştir...
Doğru, Mehmet Barlas’ın müktesebatında o kadar çok “yemek vakası’’ vardır ki!
Hem bu sefer, bu davetin en doğal misafiri de o!
Ev sahibi olan “Sivil Toplum Önderi’’, Mehmet Barlas’ın kayınbiraderidir, adam Başbakan’ı çağıracak da, Başbakan’ın yanağından makas alan eniştesini mi çağırmayacak!
* * *
BAKIN lafı nereden nereye getirdik. Dilin kemiği yok derler, kalemin de kilidi yok!
Oysa biz gecede “altmış çeken” şeyh hazretlerini anlatıyorduk.
Bir “Petro hikâyesi” vardır bilir misiniz?
Hikâye Güney Amerika’da, bir kasabanın meyhanesinde geçer. Oradan buradan konuşulurken biri, bizim şeyh gibi birisini tanıdığını söyler, Petro gecede üç beş iş tutarmış!
Tesadüf Petro da oradaymış, lafa karışmış:
“Bu işin sayısı olur mu?”
“O ne demek?”
Petro öyle anlatmış ki, hemen genelevden bir kadın bulup getirmişler, meyhanenin ortasına yatağı sermişler:
“İşte at, işte meydan!”
Bir, üç ,beş, yirmi, yirmi beş!
* * *
MEYHANEYE uğrayan bir gazeteci olayı gazetesine telefonla bildirmiş, ertesi gün gazetede haberin başlığı:
‘’Petro elliyi aştı!’’
Böyle bir şey olur da kumarbazlar durur mu, hemen bahsi müşterek başlamış...
Ufacık haber, ajansların eline geçince dünya çapında haber olmuş, akın akın herkes kasabaya geliyor, Petro eş değiştire değiştire icraata devam ediyor...
Bakmışlar, olacak gibi değil, küçücük meyhanede boğulacaklar, hemen futbol sahasına geçilmiş, santra yuvarlağına karyola kurulmuş...
* * *
SONUNDA bir sınır koymuşlar, bin kere...
Herkes Petro’ya güveniyor, bire yüz oynuyorlar...
905, 950, 980...
Saha inliyor:
“Aslan Petro, kaplan Petro, dayan Petro, koçum Petro!”
Petro 999 doksan demiş ve kalkmış:
‘’Sıkıldım!’’
Tribünler başlamış bağırmaya:
“İbne Petro, ibne petro!’’

Siz bu hikâyeyi sevgili Altemur Kılıç ağabeyden dinleyeceksiniz, öyle bir anlatır ki, sanırsınız Petro karşınızda...

Lan, Davos’ta her yer eksi 20, otel bahçesinde mi gMaliye Bakanı Unakıtanörüşeyim?Maliye Bakanı Unakıtan

Maliye Bakanı Unakıtan yatırımcılarla görüşmesi hakkında, “Falanca ile görüştün mü? Görüştüm arkadaş! Ne o, otel odasında görüşmüşüm! Lan, Davos’ta her yer eksi 20, otel bahçesinde mi görüşeyim?” dedi

Görüştüm arkadaş! Ne o, otel odasında görüşmüşüm? Lan, Davos’ta her yer eksi 20, otel bahçesinde mi görüşeyim? Gelin Türkiye’ye yatırım yapın, dediğimiz de bu. Beni ondan dolayı tenkit etmeye başladılar. Herkes işine baksın. Biz ne yaptığımızı biliyoruz, ne yapacağımızı da biliyoruz” diye konuştu.

fıkralr sözler


GÜNÜN SÖZÜ
'Cehalet insanı çirkefleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek cevabım var. Lakin bir lafa bakarım, laf diye.. Bir de söyleyene bakarım adam diye..'
Mevlana
Fıkra gibi

"Adam su arıyor, petrol çıkıyor. Enerji Bakanı'na 'İyi delin şunları, İran'da var, Azerbaycan'da var, Irak'ta var bizde yok' dedim. Burada bir enayilik var. Hiçbir şey yapamazsanız, sınıra gidin, yamuk delin, petrolü elde edersiniz."

(23. Uluslararası Maliye Sempozyumu'nda, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın konuşmasından)

**Hesap mı bilmiyorsun, dayak mı yemedin' Maliye Bakanı Unakıtan, faiz dışı fazla hedefinin düşürülmesiyle mali gevşeme olduğu eleştirilerine sert çıktı: Ya arkadaş, hesap mı bilmiyorsun, dayak mı yemedin?
********
Kadın zekásı

ÜÇ denizci bir denizkızını kurtarır. Denizkızı bunlara der ki: "Ben efsane değilim, işte görüyorsunuz, ama sihirli bir yaratığım. Siz hayatımı kurtardınız. Ben de sizin birer dileğinizi gerçekleştireceğim. Dileyin benden ne dilerseniz..."

Birinci denizci dilemiş: "Zekámı 2 katına çıkar". Denizkızı "Dileğinizi olmuş bilin" der.

İkinci denizci atılmış: "Benim zekámı 3 katına çıkar!" "Olur" demiş denizkızı.

Üçüncü denizci bağırmış: "Benim zekámı 10 katına çıkar!"

"Yapamam" demiş deniz kızı... "Yaparsın" demiş denizci.

Deniz kızı; "Emin misiniz? Yani demek istediğim, bu oldukça büyük bir değişiklik olacak."

Denizci sinirlenir ve dileğinde ısrar eder.

"Peki" demiş denizkızı ve... üçüncü denizci BİR KADINA dönüşmüş!..
-------------
Yemek siparişi

İKİ arkadaş lokantaya gider. Biri garsona sipariş verir:

- Bana bir pilav, üstüne de biraz et.

Diğeri:

- Bana da bir pilav ama üzerine etme!..
-------
Dul kadın

İŞ için müracaat eden kadına, medeni durumunu sorarlar:

- Beş yıldır dulum ve iki çocuğum var. Biri 10, diğeri de 2 yaşında...

- Kocanız 5 yıl önce öldüğüne göre küçük çocuğunuz nasıl 2 yaşında oluyor?

- Evet... Kocam öldü ama ben yaşıyorum.
-----------
Balayı odası

YAŞLI karı-koca, otelde oda sormuşlar;

- Efendim tüm odalarımız maalesef dolu. Yalnızca "balayı odası" boş. Size ancak o odayı verebilirim.

- Nasıl olur, biz 45 yıllık evliyiz...

- Efendim size "mutfakta boş yer var" deseydim, sabaha kadar yemek yemek zorunda mı olacaktınız?

Armut mu, karpuz mu

CEM Yılmaz'dan sonra, Mehmet Ali Erbil de Hülya Avşar'ın "Vergi verenler armut gibi dizilmişler" sözlerine "Vergi verenler armut mu oluyor? Şimdi ben de ona karpuz diyeceğim ve polemik başlayacak" diye yanıt vermiş.

Polemiğe gerek yok. Vergi verenler armut ise, Hülya Avşar da birkaç yıl üst üste "vergi rekortmeni" sanatçılar arasındaydı. Herhalde "armudun iyileri" demek istemiştir!..

Kadınlar

Kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele, her zaman yepyenidir. (Tolstoy)

Kadınla müziğin yaşı olmaz. (Oliver Goldsmith)

Kadın, koklamasını bilirsen gül, bilmezsen diken olur.

Bir kadın ya sever ya da nefret eder; ortası yoktur. (Publilius Syrus)

Dünyada en güzel şey

Bilgeye sormuşlar; "Dünyada en güzel şey ne?" diye...

"Sevmek" demiş.

"Peki sonra" demişler.

"Sevilmek" demiş.

"Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor?" demişler...

O da demiş ki: "İnsan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir."



7 Mayıs 2008 Çarşamba

Topal ördeğin yarını!..Öcal ULUÇ

Topal ördeğin yarını!..

Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde “kapatma davası açtığı” hafta yazmıştım; “AKP için Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; AKP iktidarı artık ‘topal ördek’tir” diye!..
Halbuki o günlerde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere partinin ve hükümetin ileri gelenleri nasıl da “attıkları zaman” mangalda kül bırakmıyor ve herkese meydan okuyorlardı?..
Ne oldu?..
Dünya siyaset literatüründeki anlamı ile “Topal ördek”, şimdi kuzu kuzu “savunmasını yaptı”; Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekliyor!..
“Mahkeme davayı reddedecek” dediler, etmedi; “Anayasa değişikliği yaparak, parti kapatmayı önleyeceğiz” dediler, yapamadılar; “Referanduma gideriz” dediler, gidemediler; “savunma yapmayalım” dediler, yaptılar!..
Hele hele “erken seçime gidelim” kulisi yok mu; kahkahalarla gülüyorum!..
Milletvekili “onca uğraşmış, didinmiş, paralar dökmüş” seçilmiş gelmiş; “daha bir yıl dolmadan”, birileri çıkıp da “erken seçim için” oy isterse, o milletvekili “kuzu kuzu” gidip “erken seçim oyu” atar mı; “topal ördeği dinler” mi?..
Recep Tayyip Erdoğan’ın da, AKP’nin de büyüsü bozuldu!..
“Kapatmaya karşı Anayasa değişikliği referandumu” istese, partide “önemli firelerin olacağını” iyi bilen Recep Tayyip Erdoğan, “erken Millet Meclisi seçimi için” 340 milletvekilinin belki de yarısının “Evet” demeyeceğini bilmez mi?..
Eeee, nasıl olacak bu iş?..
AKP içinde “küçük bir azınlık hariç”, hemen herkes “Parti kapatılacak” kaderini paylaşmaya başladı; şimdi onlar için “Ne yapacağız” sorusuna “cevap bulmak” önemli!..
Akıllar başlara ancak “Sürücüleri, otobüsü duvara toslatınca” geldi; şimdi hükümet içinden de, Meclis içinden de, parti içinden de “Bu yanlışları neden yaptık, kimdir sorumluları, biz neden bugünlere kadar sustuk” öz eleştirileri, hem de “homurdana homurdana” yapılıyor; heyhat!..
“AKP’nin kapatılacağı” ve “üst düzey pek çok yöneticisinin siyasetten yasaklanacağı” ihtimali gün be gün “akıllara yatmaya başlayınca”, bu defa “iç ve dış siyasi baskılar” başladı; “bu iktidardan her istediğini alan” ABD’den ve AB’den “destek” alındı; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Yargısı’na tehditler yağdırıldı!..
ABD “kısa zamanda uyandı” ve “kendileri için Türkiye’nin AKP’den daha önemli olduğu” gerçeğine varılarak, “geri adımlar” atıldı!..
içeride ise, açık açık “bazı göze batan bakanları değiştirelim, eleştirilere kulak vererek geri adımlar atalım, gergin havayı yumuşatalım, muhalefetle ve karşımızdaki milyonlarla uzlaşma yolları arayalım” görüşleri seslendirilmeye başladı!..
Bir yandan da “aba altından sopa gösteriliyordu”; hem de bakınız nereden; “AKP kapatılırsa, Doğu ve Güneydoğu DTP’ye teslim edilmiş olacak!..”
Hadi canım siz de, çocukların bile güleceği bir “tehdit” bu!..
Bugüne kadar olduğu gibi, “AKP kapatılınca”, yerine “bir başka parti” kurulmayacak mı; mesela “PAK Parti?..”
“Yöneticileri Anayasa dersi almış” bir PAK Parti?..
Neyse ben “içimdeki hissi” söyleyeyim; belki “AKP’lileri” biraz rahatlatır:
Anayasa Mahkemesi, “türban konusundaki Anayasa değişikliğini yok sayacak”; bu bir!..
Anayasa Mahkemesi “AKP’yi ‘odak hâli tam olarak gerçekleşmemiştir’ diyerek uyaracak, ama kapatmayacak”, velâkin “Recep Tayyip Erdoğan başta”, pek çok yöneticisine “siyaset yasağı” getirecek; bu iki!..
Rüyamda görmedim, düşündüm; ola bilemez mi?!..

****
HAFTANIN SÖZÜ

Merkez Bankası Başkanı açık açık söyledi; “3 yıllık sapma var; enflasyon hedefi ancak 2011’de tutabilir; yüzde 4 dedik, yüzde 9.3 olacak”; bu ne demek; “yüzde 130’luk sapma” demek; ama kabahat elbette ki iktidarda değil, vatandaşta; “fiyatları durmadan yükselen” ekmek, pirinç, et, peynir yerine, fiyatları yerinde sayan, hatta düşen pinpon topunu, dikenli teli, laptopu, MP3’ü yese ya!..

****

ÇİRKİN

Taksim dâr-ül islâm ve cihad...
“Ayaklar baş olmasın” diye “Taksim, 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı!..”
“Ayaklar baş olsaydı” ne olacaktı; “Taksim, 1 Mayıs kutlamalarına açılacaktı!..”
AKP iktidarının başına göre, “ayakların baş olması”, yani “Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılması” demek, “kıyametin kopması” demekti!..”
ABD’li, Beyaz Saray’ın etrafında, Rus, “eski” adı “Kızıl Meydan” olan yerde, Fransız, Şanzelize’de çiçeklerle yürürken ve danslar ederken ve hatta “faşist” denilen Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından kucaklanırken, Türk işçisi “biber gazı” yiyor, “cop” yiyor; “gözaltı” yiyor!..
Sebep; “Kuzey Irak Dağları’nda terörü bitirmeye kararlı” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünkü yöneticileri, sanki “yüz binler bu ülkede Cumhuriyet Mitingleri yapmamış”, Taksim’de takımların şampiyonlukları onlarca bin insanla kutlanmamış, yüz binlere konserler verilmemiş gibi, “Taksim’de güveni sağlayamayız” itirafında bulunuyorlar da ondan; korku içindeler de ondan; tam bir “polis devleti” provokasyonu!..
Ne oldu peki; hani, “ayaklar baş olmayınca, yani “ayaklar, Taksim’de kutlama yapamayınca” kıyamet kopmayacaktı?..
“Aslında ayaklar baş olsa ve Taksim’de kutlama yapılsa kıyamet kopmayacaktı”, ama “başlar”, Taksim’i “dâr-ül islâm” ve “oraya yürüyen” işçilere karşı da “cihad” ilân edilmiş görüntüleri veren beceriksiz ve çirkin bir uygulama içinde eline kılıç yerine biber gazı ve cop verdikleri polisle “kıyameti kendileri hazırladılar”, hepimize “Keşke, ayaklar baş olsaydı, bu başlardan daha iyi baş olurlardı” dedirttiler; asıl önemlisi, yeryüzünde “on dört ülke hariç” her ülkede coşku ile kutlanan 1 Mayıs Günü’nde Türkiye’yi bütün dünyaya rezil ettiler!..
işte, AB’nin “Türkiye’yi demokratikleşmeyi başarıyor” diye pohpohladığı ve arkasında durduğu iktidar!..
“Tek parti iktidarı istikrar demektir” diye bu milleti “AKP’ye oy vermeye adeta mecbur eden” iş Alemi’mize de bir çift sözüm var:
Ne istikrar ama; utanç verici!..

****

BUGÜNLERİ FIKRALARI

Şapkanın altındaki kim?

AKP savunmasında “Bülent Arınç’ın Meclis Başkanlığı yaptığı dönemdeki söz ve eylemleri ile Recep Tayip Erdoğan’ın AKP kurulmadan önceki söz ve eylemlerinin partiye mal edilemeyeceği” öne sürülüyormuş!..
Tam da “gülümsemenin” zamanı:
Temel’in tarlasını su basmış, köylüler yardıma koşmuşlar; bakmışlar ki Temel ortada yok ama tarlanın ortasında suyun üzerinde gezinen bir şapka var!..
Köylünün biri Temel’in arkadaşı Dursun’a sormuş; “Bu şapka Temel’in mi?..”
Dursun cevap vermiş; “Sen Karadenizli değil misin?.. O şapka değil, o şapkanın altında Temel var; biz Karadenizliler her halükârda tarlamızı süreriz!..”

****

NOKTA

Küstahlar!..

Günlerce kıyameti kopardık; “Ermeniler, bir törende Türk Bayrağı’nı çiğnediler; şu küstahlığa bakın” diye!..
Şimdi, “küstah adamlar” kalkıp da bize deseler ki; “Siz değil misiniz, Avrupa’nın emri ile ‘Türklüğe hakareti’ suç olmaktan çıkaran ve de ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürüyen; ortada suç yok, neden kızıyorsunuz?..”
Ne diyeceğiz?..

****

KÖTÜ

Bugünün sebebi; Milli Eğitim!..

Recep Tayyip Erdoğan “biraz” mantıklı ve makûl düşünebilse, uzağı bıraktım, “birazcık” önünü görebilse, geçmişten ders alabilse, ne Türkiye, ne partisi ve ne de kendisi bu duruma düşerdi; yapmadı, yapamadı!..
Uyarılara kulak asmadı; “demokratik rejimler için” en tehlikeli “sapma” olan “Meclis’te çoğunluğum, ben her istediğimi yaparım” inadı ve ısrarı ile bugünlere geldi!..
Şimdi çaresiz “kaderini” bekliyor!..

Aynadaki yüz...

insanlar “bir şeyler konuşmadan önce” aynaya bakıp, “Ben ne yaptım, şimdi ne yapıyorum” diye düşünmeli!..
Üstelik “bu” insanlar “önemli bazı kuruluşları temsil ediyorlarsa” ve de kendilerini “önemli insanlar” olarak kamuoyu önüne hemen her gün sürüyorlarsa, aynanın önünde bir defa değil, on defa düşünmeliler!.. Yoksa, “başkasını eleştirirken, kendi yaptığını unutanları”, birileri de çıkıp fena hâlde mahcûp eder!.. Mesela, izmir Ticaret Odamızın anlı ve de şanlı Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş da aynanın karşısına geçip, “EXPO 2015 olayında her şeyi daha baştan darmadağın edenin ve de EXPO ile izmir arasında uçurumu çok açık ki, ‘çok başlılık’ dinamitiyle açanın kim olduğunu” aynada gördüğü yüze sormalı ve sonra “suçu başkalarına yüklemeye kalkışmamalı” idi! Zira “aynada gördüğü” yüzün, hiç yoktan ve “bu tip organizasyonlarda dünyada geçerli olan teamüllere aykırı olarak” başlattığı “Baş ben olmalıyım” kavgasının sorumlusu olduğunu kolayca anlayacak olan Demirtaş, belki de “savaşı, kan davası hâline getirerek” sürdürmeyecek; susup oturacaktı!.. Bunu yapmadığı gibi, hâlâ “EXPO’nun alınmamasının sebebi Aziz Kocaoğlu’dur, falanca olsaydı alırdı” deyip duruyor!..
Gülüyorum; falanca’nın EXPO’yu alıp alamayacağını bilemem, falcı değilim. Ama “falancanın aldığının ne olup olmadığını” çok iyi biliyorum; ortalığa saçılan onca paraya ve emeğe rağmen, alınanın ne işe yaradığını “çok yazdım”, tekrar yazmayayım!.. Ve asıl önemlisi, sayın Demirtaş, “Siz EXPO’yu bırakın” da, âlâyı vâlâ ile “ eşli-çocuklu, arkadaşlı-dostlu büyük kafilelerle yaptığınız” Türkiye Ege Kıyıları-Yunanistan Ege Adaları Ekonomi Zirvesi gezintilerinde ne yapıyorsunuz onu bir anlatın bakalım da, “elde edilen” başarının ne olduğunu, “atılan taşın ürkütülen kurbağaya değip değmediğini” anlayalım!..
Karşı taraftan “görevli ve sorumlular dışında, ancak 5-10 iş adamının o da nezaketen katıldığı” bu toplantıların “onca Egeli iş adamına ve ülkemize ne getirdiğini” de bir öğrenelim!..
Ben de diyorum ki; “Ekrem Demirtaş’ın yerinde filanca olsaydı, Ege ve Türkiye şimdiye kadar çok daha büyük kazanımlar elde eder ve mesela belki de bunca zamandır “ninni gibi” söylenen “Ege Girişim Bankası (Business Aegean Bank)” çoktan kurulmuş olurdu; ne dersiniz sayın Başkan?.

amozon magazası