iSTANBUL

ciziyorum milliyet

leman 1resim yazı1resim yazı1resim yazı1resim yazı

30 Nisan 2008 Çarşamba

Vista SP1 şimdi Türkçe!

Vista SP1 şimdi Türkçe!
S N C
ince istemciler ürün SORUMLUSU:Hasmet Ateser
hasmet@snc.com.tr
TEL:0212 4828833 /125

Microsoft'un Windows Vista kullanıcıları için hazırladığı ilk servis paketi Türkçe olarak kullanıma hazır.

Şu ana kadar Windows Vista için yayınlanmış tüm güncelleştirmelerin yanı sıra, işletim sisteminin performansını, güvenilirliğini ve güvenliğini artıran birçok yeniliği de barındıran SP 1, Microsoft Türkiye Web sitesinden ücretsiz indirilebilecek. Microsoft tarafından Windows Vista için geliştirilen performans, güvenilirlik ve güvenlik artırmaya yönelik güncelleme ve yeniliklerin toplu halde sunan Service Pack 1, 4 Şubat 2008 tarihinde kullanıma sunuldu. Kullanıcı deneyimini daha da zenginleştirmeyi hedefleyen ve en kısa sürede kullanıma hazır hale getirilen, en kapsamlı hizmet paketi olarak dikkat çeken Windows Vista Service Pack 1 bugün itibarıyla Türkçe olarak da pazarda. Türkçe Windows Vista Service Pack 1, Windows Update'den ücretsiz indirilebilecek. Service Pack 1, Windows Vista için diğer sistemlerle uyumluluk, performans, geliştirilmiş donanım desteği ve uyumluluğu, güvenlik ve güvenilirlik, masa üstü yönetimi, kurulum ve yükleme gibi alanlarda bugüne dek yayınlanmış tüm güncellemelerin yanı sıra bir çok geliştirme de içeriyor. Örneğin; 1. Büyük dosyaların okunma ve kopyalanma hızında P'ye varan artışları sağlayacak geliştirme yapıldı. 2. Ekranda değişiklik olmadığı zamanlarda, işlemcinin uyku modunda kalması sağlanarak, özellikle güç tüketiminin önem taşıdığı dizüstü bilgisayarlarında, güç verimliliği artırıldı. 3. İçeriği çok miktarda dosya içeren klasörlerin taşınma hızları dikkate değer miktarda artırıldı. 4. Windows ReadyBoostTM özelliği olan aygıtlarda sistemin uyku modundan çıkışı sırasında kullanılmak üzere depolanan veri miktarı artırılarak, sistemin uyku ve hibernate modlarından uyanma hızı artırıldı. Ek olarak, Windows Superfetch'e yapılan güncellemeler benzer performans iyileştirmelerini sağladı. 5. Ağ arayüzünün otomatik seçim algoritmasının değiştirilmesi ile ağ bağlantı senaryolarında iyileştirme sağlandı. 6. Masaüstü yönetim mimarisinin tamamen değiştirildi. 7. Hafıza yönetiminde yeni kuşak donanımları destekleyen değişiklikler yapıldı. 8. Güvenlik altyapısıyla ilgili radikal değişiklikler yapıldı. 9. Pek çok bileşenin yeni kuşak çoklu çekirdekli işlemcilerle daha verimli çalışması sağlandı. 10. DirectX 10 grafik altyapısı yeni sürüm grafik kartlarına uygun hale getirildi.

************************************

Yüksek performanslı bellek!

Kingston Technology, yüksek performanslı, düşük gecikmeli 667MHz DDR2 SO-DIMM notebook belleği dünyaya ilk kez duyurdu.

29 Nisan 2008 Salı

Mevcut mobil platformlar için daha fazla performans sağlayan, 2GB ve 4GB kapasitelere sahip HyperX® 667MHz CL4 SO-DIMM kitler, Kingston’un önümüzdeki birkaç ay içerisinde notebook pazarına sunmayı planladığı bir dizi bellek yeniliğinin ilkidir. Kingston müşterileri, mevcut notebook`lar için daha yüksek performanslı belleği sordular; diyen Kingston®’da üst düzey teknolojisi yöneticisi olan Mark Tekunoff “, “Yeni 667MHz CL4 düşük gecikmeli SO-DIMM belleklerimiz, bu pazarı desteklemek üzere sunduğumuz yeni HyperX bellek serisinin ilkidir ve 3GB bellek kiti geliştirme dahil olmak üzere ürün serisini genişletmeye devam edeceğiz” dedi. Yeni HyperX 667MHz CL4 yüksek performanslı mobil bellek, standart notebook belleğini, sistem BIOS ayarlarını değiştirmek zorunda kalmadan mümkün olan en yüksek hıza çıkan yüksek performanslı modüller ile değiştirerek sistem performansını arttırmak isteyen notebook kullanıcıları için mükemmel bir çözümdür.

28 Nisan 2008 Pazartesi

Organik Gıda hakkında bilmeniz gerekenler




Organik Gıda nedir? Organik Tarım nasıl yapılır? Organik ürün alırken nelere dikkat etmek gerekir?


ORGANİK GIDA NEDİR?

Tohumundan ekimine, hasadından, depolanmasına, satışına kısaca tüketiciye ulaşana kadar kimyasal ilaç, hormon, katkı maddesi ve sentetik kullanılmayan, genetik müdahale olmaksızın temiz çevrelerde üretilen ve sertifika kuruluşları tarafından her aşamada kontrol edilen ürünlerdir.

Organik Gıdalar yetiştirilirken böcek ilaçları, yapay gübreler, hormonlar, antibiyotikler, koruyucular kullanılmaz.



ORGANİK TARIM NEDİR? NASIL YAPILIR?

Organik tarımda kimyasal zirai mücadele ilaçları, koruyucular ve kimyasal gübre kullanılmaz. Üretimin her aşaması uluslararası denetleme kuruluşları tarafında kontrol edilip sertifikalandırılır.

Organik tarımın temel kuralları var:

  • Organik tarım yapılacak arazinin ana yollara uzaklığı 1 kilometreden fazla olmalı.
  • Arazinin ağır sanayi tesislerine, reaktörlere, hidrolik ve termik enerji santrallerine, maden işletmelerine, kentsel atıkların toplu olarak bırakıldığı alanlara uzaklığı 3 kilometreden fazla olmalı.
  • Organik tarım bir sertifikasyon kuruluşunun denetiminde yapılmalı.

Organik Tarımı sadece bir “Tarım Yöntemi” olarak ele almak yetersiz kalıyor. Organik Tarım bir yöntem olmaktan çok bir felsefe ve yaşam tarzı. Organik Tarımla uğraşanlar toprağın “canlı” olduğunu kabul ediyorlar, daha çok ürün üretmek yerine daha kaliteli ürün üretmeyi hedefliyorlar.

ORGANİK ÜRÜN ALIRKEN NELERE DİKKAT ETMEK GEREK?


Organik ürünlerde, iki logo olması gerekir.

Bu logolardan biri Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın ekolojik ürün logosudur.

Organik gıdalarda olması gereken diğer logo ise yetkili firmalar tarafından verilen sertifikadır. Ürünün etiketinde

Bu iki logo aldığınız ürünlerde , insan sağlığını tehdit eden girdi ya da tekniklerin kullanılmadığını garanti eder.



"Doğal", "Hormonsuz", "Hakiki", "Köy ürünü", "Saf", gibi tanımlamalar ürünün organik olduğunu göstermez.

Organik ürün satan mağazalar ürünün sertifikasını tüketiciye göstermek zorunda. Organik ürün nerede satılırsa satılsın etiketlerdeki numaralardan üreticiye mümkün.

22 Nisan 2008 Salı

Bilgisayar bağımlılığı alarm veriyor

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesinin Ankara’daki internet kafelerde yaptığı araştırma, dünyada da giderek artan bilgisayar bağımlılığı tehlikesinin Türkiye’nin de kapısına dayandığını ortaya koydu.AA
İnternet kafelerin, tüm yaş gruplarında oyun ve sohbet amaçlı kullanıldığını gösteren alan araştırması, Türkiye’de internet kafelerin erkek egemen alanlar olduğunu da tespit etti.

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim elemanları Doç. Dr. Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan Sütçü tarafından hazırlanan ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen “’Ankara Mikroölçeğinde İnternet Kafeler Kullanım Biçimleri” başlıklı araştırma, Ankara’daki 38 internet kafede, 10 yaşından başlayarak 24 yaş ve üstüne kadar toplam 206 kişiyle odak grup görüşme tekniği kullanılarak yapıldı.

Ankara’daki internet kafelerde bilgisayar karşısında geçirilen toplam süre, 16-24 yaş grubu için 1-10 saat arasında değişiyor. Araştırmaya göre, 15 yaşından küçükler için özellikle ebeveyn denetimi nedeniyle bilgisayar başında geçirilen süre, görece daha da azalıyor. 24 yaş ve üstü yaş gruplarında ise internet kafede harcanacak boş zamanın sınırlı olması nedeniyle bilgisayar başında daha az zaman geçiriliyor. İnternet kafede geçirilen zaman, çevrim içi ya da çevrim dışı arkadaşlarla birlikte olunduğunda artıyor. Alan araştırmasına göre, 15 yaşından küçükler günde 1-5 saat, 16-19 yaş grubu 1-7 saat, 20-24 yaş arasındakiler 1-10 saat, 24 yaşından büyük olanlar ise 30 dakika-15 saat arasında bilgisayar karşısında zaman geçiriyor.

Bilgisayar karşısında geçirilen süre ise bilgisayar sahipliği ve internet kafede harcamayı yapabilmek için yeterli ekonomik sermayeye sahip olmaya bağlı olarak da değişebiliyor.

SOHBET VE OYUN AMAÇLI KULLANILIYOR
İnternet kafelerde bilgisayar, 10-15 yaş grubu arasında sohbet, oyun ve ödev amaçlı; 16-19 yaş grubu arasında sohbet ve oyun amaçlı; 20-24 yaş grubu arasında ve 24 yaşın üzerinde e-posta, oyun, sohbet amaçlı kullanılıyor.

Araştırmada, oyun ve sohbet amaçlı internet kullanımının, tüm yaş gruplarında temel ortak etkinlik olduğu ortaya çıktı.

Araştırmaya göre, özellikle çocuklar internet kafelerde çoğunlukla dijital oyunları oynamak için bulunuyor.

ARAMA MOTORLARI ÇOK KULLANILIYOR
Araştırmaya göre, internet kafe kullanıcıları en çok “google.com”, “yonja.com”, “msn.com”, “youtube.com”, “hotmail.com”, “ogame.com”, “pcoyun.com” gibi siteleri ziyaret ediyor. Bu web sitelerinin sohbet amaçlı ve bilgisayar oyunlarına erişim olanağı tanıması nedeniyle katılımcılar, doğrudan bilgisayar oyunları oynamasa veya sohbet hizmetinden yararlanmasa dahi, dolaylı olarak kullandığı web sitesi üzerinden de bu etkinlikleri gerçekleştirebiliyor.

Araştırmada, internet kafelerde, çocuk kullanıcı nüfusunun, kullanıcının sosyoekonomik gelir düzeyi yükseldikçe azaldığı da dikkat çekici bir unsur olarak yer alıyor.

Düşük sosyoekonomik gelire sahip ailelerin yaşadığı semtlerdeki internet kafelere gelen çocukların büyük çoğunluğunun evlerinde kendilerine ait bilgisayarının olmadığı, olsa bile internete erişim olanağının olmadığı saptanan araştırmada, şu bilgilere yer veriliyor:
“İnternet kafelerde hizmet veren bilgisayarlardaki internet bağlantısı eve göre daha hızlıdır ve makinelere yüklü yazılımlar daha yeni ve çeşitlidir. Dolayısıyla tüm bu özellikler, ev yerine internet kafelerin kullanımını teşvik etmektedir. Alan araştırmasında kimi kullanıcılar evlerinde internet bağlantısı olmasına rağmen, dev plazma ekranlarda elde edilen daha iyi ses ve görüntü kalitesinde bilgisayar oyunu oynayabilmek için internet kafeleri tercih ettiklerini belirtmişlerdir.”

KAMUSAL MEKAN İŞLEVİ
Bazı iletişim araçlarının bireyleri yalnızlaştırdığı ile ilgili bilgilere de yer verilen araştırmada, internet kafelerin “kamusal mekan” işlevine de dikkat çekiliyor. Buna göre, kent merkezinin dışında yer alan internet kafeler, gençler için bir çeşit buluşma mekanı olarak da hizmet veriyor.

Özellikle liseli genç erkekler için okulun dışında alternatif birlikte olma mekanlarının başında internet kafeler geliyor.

Araştırma sonuçlarına göre, her sosyoekonomik gelir düzeyinde ebeveynler internet kafe sahipleriyle veya mekanla bir çeşit ilişki içinde bulunuyor. Böylece, çocukların ve gençlerin yeni medya kullanım biçimlerinin bir şekilde geleneksel aile denetimine, özellikle de baba otoritesinin yeniden inşasına uyumlandırıldığı ortaya çıkıyor.

ERKEK EGEMEN
Araştırma, her yaş ve eğitim düzeyinde kadın kullanıcı sayısının görüşme yapılan tüm internet kafelerde çok az olduğu ile ilgili bir diğer bulguyu da ortaya koyuyor. Ankara’da gerçekleştirilen alan çalışmasının 206 katılımcısından sadece 26’sının kadın olduğu tespit edildi.

Araştırmanın sonuç raporunda, bu niceliksel azlığın, odak grup görüşmelerinde de cinsiyet temsilinde dengesiz bir duruma neden olduğu ve gruplara katılan kadın kullanıcıların çoğunlukla suskun kalmayı tercih ettikleri belirtiliyor. Araştırmada, “Bu bulgu, Türkiye’de internet kafelerin de tıpkı diğer kamusal mekanlar gibi erkek egemen alanlar olduğunu göstermektedir” tespitine yer veriliyor.

21 Nisan 2008 Pazartesi

İstanbul’un saklı ruhu alternatif müzelerde gizli

İstanbul’un saklı ruhu alternatif müzelerde gizli

Dünyanın en zengin müze şehirlerinden İstanbul’un bağımsız alternatif müzeleri, sergilenen ilginç objeler ve barındırdıkları hikayelerle ziyaretçilerine keyifli saatler sunuyor.

Scoop Image
ALTERNATİF MÜZELER Kültür mirası barındıran şehirlerin sertifikalarıdır müzeler. Ziyaretçilerine anlatacağı ne kadar bol olursa bir şehrin, onları o kadar göstermek ister. Kimi şehirlerin müzeleri kapalı kapılar ardında değil, sokak adımlarının altında ya da bir bakış uzaktadır. Giriş biletinin ederi yol parasıdır. Kimileri görkemli yapıların ardında sadece kendisinin değil dünyanın değerlerine de sahip çıkar, onları güzelleyerek sunar. Bilet için kuyruklarda beklenir. Bazı şehirlerde binbir ucubeliğin müzesini yapmak maharettir; bilet için önünüz kesilir. Her nasıl olursa olsun müzeler şehrin ruhunu, zenginliğini yansıtır.
Dünyanın en önemli arkeolojik eserlerinin bulunduğu müzeler arasında yer alan Arkeoloji Müzesi gibi değerleriyle İstanbul, müze bakımından dünyanın önde gelen şehirlerinden biri. Şehrin pek çok yanına dağılmış 30’u aşkın müze bulunuyor. Müzeler bakımından hissedilebilecek tek eksiklik çağdaş ve çok kapsamlı sanat müzeleri olsa da İstanbul Modern ve Sabancı Müzesi gibi girişimlerle şehrin sanat birikimi gün geçtikçe destekleniyor. Bununla beraber tarih ve sanat müzelerinin toplumun her kesimince ilgi çekici bulunmasını beklemek, gerçekçi değil. Bu durumda, müze anlayışını çeşitlendirmenin yolu kalıpların dışına çıkan, alternatif müzelerden geçiyor.
Alternatif müzeler, çoğunlukla özel girişimciler tarafından, belirli konulara odaklanmış biçimde yapılanıyor. Bu tip müzelerin çoğu, özel koleksiyoncuların yıllar içinde oluşturdukları birikimlerle besleniyor. Özel koleksiyonların halka açık biçimde sunumu sırasında çekicilik yaratan önemli faktörlerden biri, sergilenme biçimi. Kendi halinde spot ışığın altında tek başına duran bir koleksiyon objesinin temsil ettiği değerleri veya espriyi tüm gücüyle yansıtması beklenemez. Ancak bir obje, kendisine benzer diğer koleksiyon parçalarıyla ilişkili biçimde, barındırdığı temaya uygun bir dekorasyonla sunulduğunda çok daha güçlü hale geliyor.
İstanbul’un alternatif müzeleri alışılmışın dışında bir gün geçirmek isteyenler için keyifli dakikalardan ibaret. Makul fiyatları ve merkezi konumlarıyla çoğu haftanın 6 günü açık olan müzeler arasında ilginizi çeken bir tanesini mutlaka ziyaret edin, okul çağında bir ufaklığı da yanınızda götürmeyi ihmal etmeyin, pişman olmayacaksınız…
*

Rahmi M. Koç
Müzesi

π İstanbul’un ilk özel müzelerinden biri olan Rahmi M. Koç Müzesi endüstri, ulaşım ve iletişim alanlarında binlerce koleksiyon parçasına ev sahipliği yapan, konusundaki en kapsamlı müzelerden biri. Müzenin kurucusu Rahmi M. Koç’un mekanik ve endüstriyel objelere merakı, babası Vehbi Koç’un Almanya’dan getirip kendisine hediye ettiği bir elektrikli trenle çocuk yaşta başlamış. Daha sonra yıllar boyu topladığı objeleri artık koyacak yer bulamaz hale gelmiş ve uzun süredir düşündüğü müze projesini hayata geçirmeye karar vermiş. 1994 yılında kurulan müze için Osmanlı döneminde donanmaya döküm parçaları ve çapa üreten Lengerhane binası restore edilmiş. Avrupa Konseyi ‘Yılın Müzesi Özel Ödülü’ ve ‘Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’ne sahip olan müze, Karayolu Ulaşımı, Demiryolu Ulaşımı, Denizcilik, Havacılık, Mühendislik, İletişim, Bilimsel Aletler, Dene-Öğren, Modeller&Oyuncaklar’dan oluşan 9 ana bölüme ayrılıyor. Hareketli nesnelerin de yer aldığı müzede Thomas Edison tarafından yapılmış patentli bir telgraftan, eskiden donanmaya hizmet veren bir denizaltıya kadar endüstri tarihine tanıklık etmiş pek çok makine ve cihaz bulunuyor.

Karikatür & Mizah
Müzesi

π Türkiye’de karikatürün kökeni 1870’lere dayanıyor. Karikatür Müzesi ise 1975 yılında Karikatürcüler Derneği’nin girişimi ile İstanbul Belediyesi tarafından Tepebaşı’nda açılmış. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle de kapatılmış. Çizerlerin yıllar süren çabaları sonucunda 1989 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Karikatür ve Mizah müzesi adıyla yeniden şimdiki yerinde faaliyete geçmiş. Üç ana bölüme ayrılan müze, seneye 20’nci yılına girecek. Bütün etkinlikler Karikatürcüler Derneği tarafından düzenleniyor. Karikatür bölümünde Türk karikatürü başlangıcından bugüne sergileniyor. Kütüphane bölümünde yerli ve yabancı mizah kitapları, ciltler halinde süreli yayınlar ve mizah dergileri yer alıyor. Kütüphanenin birikimi Osmanlı dönemine uzanıyor. Ödünç almaya izin verilmiyor ancak fotokopi çektirmek mümkün. Galeri bölümünde ise devamlı olarak birbirinden farklı sergiler düzenleniyor (ziyaretimiz sırasında Altan Erbulak, Oğuz Aral ve Cemal Nadir sergisi vardı). Ayrıca sanatçıların kendi atölyeleri gibi kullanabilecekleri, uzman yönetiminde faaliyet veren bir özgün baskı atölyesi yer alıyor.

Büyük Saray
Mozaikleri Müzesi

π Mozaik Müzesi, sayfalarımızda yer alan klasik anlamda tarihi içerikli tek müze. Bu inisiyatife sahip olmasının sebebi ise benzerlerinden belirgin bir özelliğiyle ayrılıyor olması. Mozaik Müzesi’nin tabanında yer alan eserlerin tamamı, yapıldıkları günden bu yana -kısa bir taşınma dışında- aynı yerde sergileniyor. Yani müze, mozaik eserlerinin toplanmasıyla değil, eserlerin etrafına inşa edilerek oluşturulmuş. Bizans dönemine ait Büyük Saray için imparatorluğun en yetenekli sanatçılarının bir araya getirilmesiyle hazırlandığı sanılan yer mozaiklerinin geçmişi M.S. 4 ila 6’ncı Yüzyıl’a uzanıyor. 150’ye yakın insan ve hayvan figürünün bulunduğu mozaikler toplam 1872 metrekare ölçeğinde bir alana yayılıyor. Son derece detaylı hazırlanmış olan mozaiklerde günlük yaşamı anlatan doğa, insan ve hayvan figürlerinin yanı sıra mitolojide ve masallarda rastlanan hayali figürler de yer alıyor. Müze, 1953 yılında Arkeoloji Müzesi’ne bağlı olarak açılmış ve 1979 yılında Ayasofya Müzesi’ne bağlanmış. Bugünkü modern haline 1982 yılında başlayan, Avusturya Bilimler Akademisi ile yapılan ortak bir çalışma sonucunda kavuşmuş ve çalışmalar 1997’de sona ermiş. Yurdun başka yerlerinden toplanan mozaiklere de yer verilen müzenin minimalist ve fonksiyonel iç mimarisi de görülmeye değer.


Oyuncak
Müzesi

π Daha önce bu sayfalarda ayrıntılı bir şekilde tanıtılan Türkiye’nin ilk ve tek oyuncak müzesi şair Sunay Akın tarafından kuruldu. Sunay Akın, çocuk yaşta Arkeoloji Müzesi’ne ailesi ile yaptığı bir ziyaret sırasında müzeden çok etkilenmiş ve ‘müzecilik’ en sevdiği oyunlardan biri haline gelmiş. Tabii bu oyunlar diğer çocuklar pek ilgi göstermediği için hep kısa sürmüş. İyi ki de öyle olmuş zira Akın’ın müzelere olan ilgisi hiç tükenmemiş. Yıllar önce Almanya’nın Nurnberg kentine yaptığı bir ziyarette ilk defa bir oyuncak müzesi ile karşılaşmış ve o günden sonra hep Türkiye’de böyle bir müze oluşturmanın hayalini kurmuş. Hayalini ise 23 Nisan 2005 tarihinde gerçekleştirmiş. Müzede internet üzerinden ve dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanan 4 binin üzerinde klasik oyuncak bulunuyor. 4 kata yayılan müzede kurşun askerlerden teneke arabalara, buharlı tren maketlerinden UFO’lara kadar hemen her tür oyuncağı bulmak mümkün. Müzenin yeni güzeli ise dünyada tek olan 1954 yapımlı Mona Lisa bebeği. Müzede illüzyon ve kukla gösterileri, fotoğrafçılık ve yaratıcılık seminerleri, fosil keşif ve oyuncak boyama atölyesi gibi etkinlikler de düzenleniyor.


SAV Klasik
Otomobil Müzesi

π Çengelköy ve Ümraniye arasında yer alan SAV Klasik Otomobil Müzesi, birbirinden görkemli 130’a yakın klasik otomobile ev sahipliği yapıyor. 4 katlı müze, koleksiyoncu Cengiz Artam’ın özel girişimi ile 1998 yılında kurulmuş. Zemin katta 1950’li yıllara ait otomobiller yer alırken, ikinci katta 1960’ların otomobilleri bulunuyor. Üçüncü katta klasik otomobiller, en üst katta ise maket arabalar yer alıyor. Aralarında dünyada tek üretilmiş bir Fiat’ın yer aldığı klasikler kadar 10 küsur Ferrari’nin yer aldığı modeller arasında gezinmek de oldukça keyifli. Müzenin tek dezavantajı bütün araçların dip dibe yerleştirilmiş olması. Bu nedenle kimi araçlara sadece önden bakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu durum, dinamikliği temsil eden bir mekâna gereğinden fazla durağanlık getirmiş durumda. Araçlara dokunmak ise normal olarak mümkün değil. Yine de otomotiv endüstrisinin bu nadide ve özenle seçilmiş örneklerinin parıltısı karşısında etkilenmeden edemiyorsunuz…

Basın
Müzesi

π Çemberlitaş’ta bulunan Basın Müzesi’nin yer aldığı bina, Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1865 yılında inşa edilmiş. Yurdun ilk sergilerinden biri olan Ulusal Resim Sergisi de 1875 yılında yine bu binada düzenlenmiş. Bina, tarihi ve bugünkü durumu ile gelmiş geçmiş en ilginç ironilerden birini de barındırıyor. Neo-klasik tarzda inşa edilmiş olan yapı, II. Abdülhamit döneminde ‘sansür binası’ olarak kullanılıyormuş. 1983’te restorasyonuna karar verilen, ‘84-88 yılları arasında restore edilen ve 1989 yılında hizmete açılan Basın Müzesi 4 katlı bir yapı.
Müzenin benzerlerinden farkı, hem baskı teknolojisini hem de basın yayın örneklerini içeriyor olması. Taşbaskı örnekleri, düz baskı makinesi, prova tezgahları, giyotin, eski daktilolar, teleksler ve telefotolar, günümüzün modern matbaaları öncesi bilginin okurlara nasıl ulaştığını ziyaretçilerine aktarıyor. Geçmişten bugüne basın yayın örneklerinin yer aldığı bir kütüphane de ziyaretçilerin kullanımına açık. Müze aynı zamanda kültür sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor.

Osmanlı Bankası
Müzesi

π Ülkenin ilk finans kurumu olan Osmanlı Bankası’nın 1853-1914 yılları arasındaki süreci üzerine kurgulanan Osmanlı Bankası Müzesi, sergilenen obje ve belgelerle geç Osmanlı dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarına dair çok bilinmeyen bir yenilenme sürecinin tarihini ziyaretçilerine sunuyor. Osmanlı Bankası’nın Bankalar Caddesi’ndeki merkez binasında yer alan ve Garanti Bankası çatısı altında faaliyet veren Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi’ne bağlı müzede 80 yıllık dönemde yaşanan önemli değişiklikler anlatılırken, şube binaları, çalışanların profilleri, müşteriler ve faaliyet alanları gibi konular resimleri ve belgeleriyle sunuluyor.
Müzenin en ilginç bölümleri, ziyarete açık olan ve çeşitli belgelerin sergilendiği 4 adet kasa dairesi. Müzede var olan birikimin yanı sıra farklı konularda içeriğe sahip ilgi çekici sergilere de yer veriliyor.
UMUT EROĞLU

“Mozaik Müzesi, eserlerin toplanmasıyla değil, eserlerin etrafına inşa edilerek oluşturulmuş.”
BİLGİ/
MÜZE
‘Müze’ kelimesi Yunan mitolojisinde sanat tanrıları olarak bilinen Muse’ların tapınaklarına verilen ‘mouseion’ kelimesinden gelir.


20 Nisan 2008 Pazar

en güzel fıkralar

Bazıları gittikleri yerde mutluluk yaratırlar, bazıları da ayrıldıkları yerde...

Oscar Wilde


*ÜÇ
kadın, sohbet ediyorlardı. Biri nişanlı, biri evli, biri de sevgilisi olan bir kız...

Erkeklerini baştan çıkarmanın yollarını konuşuyorlardı... İçlerinden biri atıldı:

"Bir dergide okudum, vücudu saran siyah deri giysiler ve deri maske, erkekleri gerçekten baştan çıkartıyormuş..."

Bir mağazaya gidip, siyah deri giysi ve maske aldılar.

Ertesi hafta buluşup, başladılar anlatmaya;

Nişanlı kız, "Deri giysinin etkisi müthişti" dedi. "Giydiğim akşam, sabaha kadar seviştik."

Sevgilisi olan da anlattı: "Dediğin kadar var, ben de sabaha kadar seviştim deri giysi sayesinde... Hatta sabah bile gitmek istemedi benimkisi..."

Sessiz duran evli kadın duramadı: "Ben de anlatayım başıma gelenleri bari... O akşam giydim deri giysiyi, taktım maskeyi, çocukları da anneme gönderip, beklemeye başladım bizimkini... Kapıyı anahtarla açtı, girdi ve bana bir baktı, ne dedi biliyor musunuz?

- Hey Batman, akşama ne yemek var?"



Zam

ÇALIŞAN, patronuna giderek "Zam istiyorum efendim" demiş,

"Yoksa peşimde koşuşturan üç şirket var yakında beni bulamayacaksınız, bilesiniz!.."

"Hangi şirketler onlar?"
diye sormuş patronu...

"İnanmıyorsanız söyleyeyim efendim" demiş memur,

"Elektrik şirketi, doğalgaz şirketi ve su şirketi!.."



Ya sen

ADAMLA
kadın, geceyi beraber geçirmişler. Sabah sohbet ederken adam sorar:

- Hayatta erkek olmayı ister miydin?

Kadın yanıtlar:

- Ya sen?

Jaguar

TEMEL yaş gününde karısına ne istediğini sormuş. "Jaguar isterim" diye tutturmuş karısı.

"İyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum" demiş Temel...

Karısı yalvarmış, ağlamış, Temel’in canına okuyana kadar... Temel sonunda razı olup ona bir Jaguar almış.

Hayvan eve girer girmez kadını yemiş...



Neden

Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye’deki bütün insanların izlediğini sanırlar? Örneğin "Şu anda 70 milyon kişi bizi izliyor..."

Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağız gördüklerinde "İnanmıyorum!.." derler, inanılmayacak olan nedir?

Cumartesi ve pazartesinin neden kendi isimleri yoktur?



Üç şey

HAYATTA bir kez gittiğinde asla geri dönmeyen üç şey: Zaman, sözcükler ve fırsattır.

Hayatta hiçbir zaman kaybedilmemesi gereken üç şey: Barış, umut ve dürüstlüktür.

Hayatta en değerli üç şey: Sevgi, kendine güven ve arkadaşlardır.

Hayatta hiç emin olunamayacak üç şey: Düşler, başarı ve zenginliktir.

Hayatta insanı geliştiren üç şey: Çok çalışma, samimiyet ve başarıdır.

Hayatta insanı mahveden üç şey: Cesaretsizlik, gurur ve öfkedir.



Ünlülerin gerçek isimleri

Mahsun Kırmızıgül: Abdullah Bazencir

Banu Alkan: Renda Bronkavi

Müjde Ar: Kamile Suat Ebrem

Fikret Hakan: Bumin Gaffar Çıtanak

EĞER

1 = 5

2 = 25

3 = 125

4 = 625 ise

5 = ?

Yanıt için aşağıya bakın:

Yanıt: 1

İlk satırı hatırlayın: 1 = 5

O halde 5 = 1 olmuyor mu?

Temel ne yapmış

- Temel yeni aldığı ayakkabısını bir hafta giymemiş. Neden?

- Satıcı ’Bir hafta kadar ayağınızı sıkabilir’ dediği için...


19 Nisan 2008 Cumartesi

Kıtlığa karşı, bize de bir Mehmet Sait Paşa lazım

Referans Gazetesi 19.04.2008 | Bahadır Özgür

Türkiye neredeyse bir nesil sonra gıda kuyruklarına tanık oluyor. Ama belki de asıl çarpıcı olan göz göre göre gelen kuraklığa karşı hiç bir ciddi tedbirin alınmaması. Oysa bundan bir asır önce Osmanlı'nın gördüğü en büyük kuraklığı yokluklar içinde ustaca yöneten Konya Valisi Sait Paşa'nın yaptıkları, bugün vatandaşa bulgur yemeyi önerenler için ibretlik derslerle dolu.

2. Abdülhamit döneminde yaşanan ve tarihe "1303 Kahtı" olarak geçen kuraklık, 1886'da tüm ülkeyi kuşatmıştı. Dönemin halk ozanları bile bu büyük trajediyi gelecek nesillerin asla unutmaması için destanlar kaleme alırlar. Konyalı şair Matlubi, "Tuzcular pazardan tuzu kaldırdı/ekmekçiler akçesini çaldırdı/Sipahi pazarı malı doldurdu/fukara yerlerde kaldı bu sene" dizeleriyle başlayan 32 kıtalık bir "Kıtlık Destanı" yayımlar örneğin. Devlet erkanının bereket dualarına başvurmak dışında çareriz kaldığı bir dönemde Sait Paşa, bugün bile nadir görülen bir kriz yönetimine imza atar.

İlk tedbir spekülatöre karşı

Halkı paniğe sürükleyen kuraklığa karşı Sait Paşa'nın aldığı ilk tedbir

spekülatörlerin önünü kesmek için kuraklığın nisbeten daha az görüldüğü Teke, Burdur ve Hamid sancaklarından dışarıya zahire (depolanmış tahıl) çıkarılmasını kati suretle yasaklamak olur. Zira Osmanlı, önceki kuraklık dönemlerinde vurguncuların fahiş fiyata gıda ticaretinden bir hayli çekmiştir. Sorunu yakından izlemek ve bir kriz planı hazırlamak üzere Konya'nın ileri gelenlerinden bir "Kıtlık Komisyonu" kuran Sait Paşa, her yana memur göndererek, hasar sonuçlarının anında kriz masasına, oradan da Dahiliye Nezareti'ne iletilmesini sağlar. Ayrıca güz mevsiminde yağması beklenen muhtemel yağmurlarla birlikte, ekin ekmeye başlayacak çiftçinin tohumluk sıkıntısı çekmemesi için önceden tedbirlerin alınması uygun görülür. Böylece ahalinin bilinçsiz hareket etmesi engellenir.

4 maddelik şifreli plan

3 Temmuz 1887 günü şehir eşrafının katılımıyla, Meclis-i Umumi toplanıp kuraklığa karşı eylem planını çıkarır. Plan özetle şu maddelerden oluşur:

1- Pek düşkün olan vatandaşların hisseleri, servet sahibi olanların fazladan verecekleri paralardan borçlandırılmak şartıyla, Konya sancağından hâne başına ikişer mecidiye toplanılarak, bir kıtlık fonunun oluşturulması,

2- Şehirdeki menafi sandıkları ile Maarif sermayesi olarak Osmanlı Bankası'nın Teke ve Konya şubelerinde tutulan paranın da bu fona dahil edilmesi,

3- Kıtlık Komisyonu'na teslim edilecek olan bu fon ile dahilden veya hariçten zahire ve un satın alınması.

4- Konya Meclis-i Umumisi tarafından alınan bu kararların, diğer sancaklarda da emsal kabul edilerek uygulanabilmesi için mutasarrıflara bilgi vermesi.

Kararlar fırsatçılara mahal vermemek amacıyla 5 Temmuz tarihinde şifreli şekilde Dahiliye Nezareti'ne bildirilir. Abdülhamit bile bu kararlara riayet eder ve ahaliye örnek olması amacıyla Yıldız Sarayı'ndaki gıda ve su tüketimini yarı yarıya indirir.

En önemli adım ithalat

Sıra ülkenin ihtiyaç duyacağı tahılı ithal etmeye gelir. En kritik mevzu budur. Sait Paşa önceki kuraklıklarda yaşanan spekülasyon ve vurgun hadiselerinden dolayı bu konuda hayli titizdir. Hazinede yeterli para olmadığından ithalat için de bir eylem planı hazırlar. Nereye başvursa eli boş dönen Sait Paşa, sonunda halkın yardımına başvurmaktan başka çare bulamaz. İstanbul'da bastırılacak iane biletlerinin memleket sathında satılmasıyla gelir elde edilmesini sağlar.

Kıtlık Komisyonu tohumluk ve yemeklik için 500 bin kile (yaklaşık 12 bin 500 ton) zahireye ihtiyaç duyulduğu tespit eder. Ardından piyasa araştırması yapılarak ihtiyaç duyulan zahirenin en ucuz Suriye'den satın alınabileceği belirlenir. Bu kez de engel gümrük mevzuatıdır. Nihayet Dahiliye Nezareti aracılığıyla yapılan yazışmalar sonunda, Meclis-i Vükela ithal edilecek zahireden geçici olarak gümrük alınmamasını kararlaştırır. Fakat sorunların arkası kesilmez. İthal edilecek zahire için peşin olarak 90 bin lira ödenmesi gerekmektedir. Sait Paşa, Yıldız Sarayı'nın kapısını çalar, Abdülhamit'in kişisel servetinden 10 bin lira bağış alır. 18 bin lira iane biletlerinden, geri kalan ise askeriye için hazinede saklı tutulan paradan borç olarak temin edilir.

Tek kuruş yolsuzluk olmadı

Zahire ve unlar gelmiştir lakin sırada bunun ihtiyaç dahilinde vurgunculara kaptırmadan dağıtılması sorunu vardır. Sait Paşa bizzat her aileye ne kadar verildiğini tek tek kayda geçirir. Dağıtılan zahirenin 4 yıl içinde 4 eşit taksitle devlete geri ödeneceğine dair senetler hazırlar. Sait Paşa'nın bu titiz kuraklık yönetimi sayesinde bekledikleri vurgunu yapamayan spekülatörler Abdülhamit'e "yolsuzluk" ihbarlarında bulunurlar. Ne var ki, bekledikleri sonucu alamazlar. Konya'ya gönderdiği Maliye Müfettişi Hıfzı Bey'in soruşturması sonucunda hazırlanan raporda Sait Paşa'nın rüşvetin kol gezdiği bir dönemde devletin tek kuruşunu boşa harcamadan kuraklığı başarıyla yönettiği vurgulanır.

Kuraklık başladığında kıtlık destanları yazan Matlubi, kıtlık atlatıldıktan sonra bu başarıyı bir methiyeyle gelecek kuşaklara aktarma görevini üstlenir: "Mevlam ömür versin Vali Paşa'ya, dükkanlar açtırdı her bir köşeye/Toplattı develeri saldı taşraya, yollar beller perişandı bu sene/Esat Paşa gibi gelmedi vali, 5 vakit duacı ona ahali/Eğer olmasaydı Konya Valisi, birbirini yerdi hep ahalisi."

11 Nisan 2008 Cuma

Yoksulluk aslında içinizdedir

Scoop Image

Yaşadıklarımıza pay biçeriz bazen. Başımıza bir felaket geldiyse, dünyada bizden kötü durumda olan kimse yoktur bizim için. Her kötü şey bizim başımıza gelmiştir. Zaten bu zamana kadar, hep bizi bulmuştur talihsizlikler. Yaratıcının bir mucizesi evren, evrenin içerisinde küçücük bir nokta dünya, dünyada küçücük bir alan yaşadığımız ülke ve ülkemizde de kocaman bir İstanbul... Kalabalığında kaybolası şehir... Egzoz dumanlarının karıştığı havasında kendimizi kaybettiğimiz olur bazen. Havasını derin derin akciğerlerimize çektiğimiz olur. Neler yaşatmıştır kimilerine. İstanbul’da atan kalplerin çokluğu ve aynı zamanda o çokluğu barındıran bir sürü ocak... Ocakların ışıkları sönerse bir gün, felaketler şehri de olur, sevinçlerin sebebi de. Fakat başımızda karabulutlar dolaştığında her şeyi silip atarız biz. Eser yoktur bunca güzellikten; sevinçten, aşktan, sevgiden. Nankörlüğümüzü bize hissettirmeyecek kadar asaletli bir şehirdir oldum olası. Tüm ışıklar söndüğünde, hangi ocakta ne kaynar bilemeyiz. Ancak yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı da bilmeyiz. Sabır göstermeyiz hiç. Değer verdiklerimiz bize değer vermediğinde çok acı çekeriz değil mi? Akıllarına geldiğinizde yüzde tebessüm bırakabilecek biri olmak sizin elinizde! Günlük uğraşılarınızın yoğunluğu sebebiyle, gözünüzden kaçırdığınız, ihmal ettiğiniz çok şey olabilir. Bunları bir düşünün. Yokluk, var olmakla birdir bazen. Elinizdekilerle yetinmeyi bilmiyorsanız, yoksulsunuzdur. Tok olduğunuz halde gözünüz açsa, hâlâ yoksulsunuzdur; Bilgilerinizi kullanmayı beceremiyorsanız, yoksulsunuzdur; Sevgiden yoksunsanız yoksulsunuzdur!
GÜLŞAH ÜNSAL

8 Nisan 2008 Salı

mevlana




Semada kul, hakikate yönelir, akıl ve aşkla yücelir, nefsini terk ederek, Hak’ta yok olur ve olgunluğa ermiş olarak tekrar kulluğa döner.
Mevlâna’nın bugün evrensel düzeyde saygınlık gören felsefesinin oluşmasında, babası Bahaeddin Veled’le birlikte Belh’ten Konya’ya hicretinin ve sonraki yıllarda Şems ile tanışmasının etkisi büyüktür.
tasavvuf Fikir ve eserlerinin evrensel değeri bugün de kabul edilen Mevlâna Celâleddin Rûmi’nin hayat hikayesi, aslında uzun bir yol hikayesidir. Bu yol hikayesi, bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Belh şehrinden başlamıştır. Belh şehri; İslam, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Budizm gibi farklı inançların bir arada yaşayabildiği bir kent olmuştur. Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled, ‘Bilginlerin Sultanı’ unvanıyla anılan Belh’in önde gelen düşünürlerindendi. Belh şehrinden başlayan yolculuğun ilk önemli durağı Nişabur’dur.Bahaeddin Veled, Nişabur’da sufi şair Feridüddîn-i Attar ile buluştu. Genç Mevlâna ile tanışan Attar, ona Esrarname isimli eserini armağan etti. Mevlâna, bu kitabı yaşamı boyunca yanından ayırmadı.

Mekansızlıktan geldik
mekansızlığa gidiyoruz

Kervanın diğer önemli bir durağı Bağdat’tır. Kent muhafızları, Bahaeddin Veled’in yolunu çevirir ve hangi kavimden olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini sorar. Bahaeddin Veled şöyle cevap verir:
“Tanrı’dan geldik, Tanrı’ya gidiyoruz. Tanrı’dan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur. Biz mekansızlıktan gelip mekansızlığa gidiyoruz.” Mekansızlıktan gelip mekansızlığa giden Bahaeddin Veled ve kafilesi Bağdat’tan hac yoluna giderken Belh şehrinin yakılıp yıkıldığı haberini alır.
Bahaeddin Veled kafilesiyle birlikte sonunda Karaman’a varır ve ölene kadar da orada yaşar.
Babasının ve bu yolculuğun Mevlâna üzerindeki etkisi açıktır. Mevlâna’nın tasavvuf felsefesi Kübrevilik, Vahdet-i Vücud, Melamilik ve Kalenderilik felsefelerinin harmanlanmasından meydana gelmiştir.
Kübrevilik Zühd anlayışını savunur. Zühd anlayışı, dünya nimetlerinden uzak durmayı ve kendini ibadete adamayı öngörür. Vahdet-i Vücud, insan dahil bütün varlıkların Tanrı’nın yansıması olduğunu kabul eder. Tasavvuf bu konuda “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim” hadisini temel alır. Melamilik ve Kalenderilik ise cennete girebilmek için fazladan oruç tutup namaz kılma yöntemine karşıdır. Tanrı’ya ulaşmanın ve mutlu olmanın yolu Tanrı’ya aşkla bağlanmak ve onun sevgisi dışında her şeyi terk etmek demektir. Tasavvuf iyilikseverlik anlamına gelir. İnsanlara yardım edilmeli ama onlardan yardım istenmemelidir.
Mevlâna’nın felsefesinde en fazla etki bırakan düşünür ise Tebrizli Şemseddin’dir (Şems). Tebrizli Şems, Mevlâna’yı bugün herkesin bildiği Mevlâna yapan âlimdir. Şems’e göre Tanrı’ya ancak aşkla ve gönül bilgisiyle ulaşılabilir. Her şey insana fedadır, insan da kendisine. Tanrı, sadece insanı ululamıştır. Kâbe dünyanın ortasındadır; bütün insanların yüzü oraya dönüktür. Fakat Kâbe ortadan kaldırılırsa insanların birbirlerinin gönüllerine secde ettikleri ortaya çıkar. Tanrı’ya gerçekten teslim olmuş olanlar hakiki müslümandır. Sadece ibadetin şekil şartlarını yerine getirmek yetmez. Önemli olan huzurlu olmaktır. Huzursuz olarak kılınan namazın bir anlamı yoktur. Bu fikirlerle yola çıkan Şems, Tebriz’den çıktığından beri kendisine bir şeyh aramaktadır. Daha dün anasının karnından çıkmış kişilerin kendilerine şeyh deyip, kendilerini Tanrı yerine koymalarından bıkıp usanmıştır. Arayış içindeki Şems, Rum diyarında (Anadolu) yaşayan Mevlâna’nın namını duyar ve Tebriz’den Konya yollarına düşer.

Ben O’yum

Konya’ya ulaşan Şems, bir gün Mevlâna’nın at üzerinde geldiğini, insanların etrafını sararak bir şeyler sorup öğrendiklerini görür. Şems ilerleyerek Mevlâna’nın önüne gelip durur ve “Riyâzat ve ilmin amacı nedir?” diye sorar. Mevlâna da, “Şeriat ve edebi bilmektir” der. Şems, “Hayır, amaç; bilinene ulaşmaktır” diye karşılık verir ve Hakim Senâî’nin şu şiirini okur; “İlim seni senden korumuyorsa/Cahillik, o ilimden çok daha iyidir.”
Mevlâna’nın Şems’in bilgeliğinden çok etkilendiği rivayet edilir. Öyleki o güne kadar en az kendisi kadar keskin bir zekayla, en az kendisi kadar güçlü bir irfanla karşılaşmamış olan Mevlâna’nın renginin sarardığı, şaşırdığı söylenir. Bu karşılaşmadan sonra Mevlâna ile Şems altı ay boyunca bir dergaha kapanırlar. Bu sürenin sonunda; okutan, vaaz eden, fetva veren Mevlâna, yeni okumaya başlayan talebeye dönmüştür.
Mevlâna’nın artık ders vermemesi, vaazları bırakması, hatta Şems’ten başka kimseyle görüşmemesi Konya’da tepki toplamaya başlamıştı. Tepkilerin çoğalmasıyla Şems Konya’yı terketmek zorunda kalır. Bir yıldan daha fazla bir süre de geri dönmez. Sonunda Şems’in izi Şam’da bulunur, Konya’ya dönmesi istenir. İnsanlar pişman görünmektedirler ancak Mevlâna’nın oğlu Alaeddin Çelebi ile arasındaki bir gerginlik, şimşeklerin tekrar Şems üzerinde toplanmasına sebep olur ve Şems öldürülür. Bir rivayete göre Şems’i öldüren yedi kişilik grubun içinde Alaeddin Çelebi de vardır. Nitekim Mevlâna, oğlu Alaeedin Çelebi öldüğünde ne cenazesine katılır ne de namazını kılar. Şems’in ölümünden sonra Mevlâna, Şems’te kendisini gördüğü sonucuna varır. Yıllar sonra Mesnevi’de şunları yazar:
“Kimi aşık görürsen bil ki maşuktur (sevgilidir) o; bir bakıma hem budur, hem o.
Susuzlar, alemde su ararlar, fakat su da susuzları arar.”
balkan talu
bilgi/
MEVLEVİ ÇALGILARI
Rebab
Ney
Kudüm
Tanbur
Kanun
Ud-Kopuz
Mazhar (Bendir)
Halile
Kabak Kemane (Gıcek, Kemençe)

İslam’ın hümanist düşünürü Mevlâna

fotoğraf: serra akcan / nar photos
Semazenin kolları açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür.
fotoğraf: sedat suna / nar photos
fotoğraf: sedat suna / nar photos
Bu, Allah’ın BİR’liğini tasdiktir.
Bu dönüş, bütün yaratılanları kalpten sevmeyi simgeler.
fotoğraf: serra akcan / nar photos
Konya’da Hz. Mevlâna Müzesi.

Pictures

ŞİİRLERİ
Başka Yarınlar
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.

Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş

Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı

Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarlarda onunla uçar gider.

Gözlerinin denizinde onu arama.
O inci bir başka denizde.

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.

Yeniliğe Doğru
Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi

Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş

Dünle beraber
Gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım

Gel
Gene gel, gene.
Ne olursan ol, ister kafir ol,
İster ateşe tap, ister puta,
İster yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz kere bozmuş ol tövbeni...
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı,
Nasılsan,
Öyle gel...

6 Nisan 2008 Pazar

aysun kayacı Çoban polemiği Alman basınında!

Çoban polemiği Alman basınında!
Ülkenin ciddi gazetesi Die Welt, “Ne kapatma davası, ne de PKK...

Aysun Kayacı Alman basınında da geniş yer aldı. Ülkenin ciddi gazetesi Die Welt, “Ne kapatma davası, ne de PKK... Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi sarışın bir manken ile AKP ve çobanlar arasındaki polemik” yorumunu yaptı

MANKEN Aysun Kayacı’nın “Ayak takımının iktidara getirdiği partiden şikayet ediyorsunuz” ve “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi” sözleriyle başlayan tartışma Alman basınının da gündemine girdi. Ülkenin en ciddi gazetelerinden Die Welt, tartışmaya geniş yer ayırarak, “Şu sıralar Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi zannedildiği gibi PKK ya da AKP’ye açılan kapatma davası değil. Bütün ülke, basın ve halk, sarışın bir model ile AKP ve çobanlar arasındaki tartışmaya kilitlenmiş durumda. Kayacı, televizyondan yaptığı açıklamalarla Türklüğü ve çobanlığı aşağılamakla suçlanıyor” diye yazdı. Kayacı’ya halkı incitmek suçlamasıyla dava açıldığını belirten gazete, ünlü mankenin birlikte program yaptığı Müjde Ar’ın da “Adıyaman’da insanlar hâlâ mağarada yaşıyor” sözleri nedeniyle tepki çektiğini ifade etti.
‘Ordu bile ona karşı’

Gazete şu ifadeleri kullandı: “Genç manken açıklamalarıyla AKP’yi de karşısına aldı. Bazı sivil toplum örgütlerini ve doğal olarak çobanları da kızdırdı. Hatta İslami kökenli hükümet ile Kemalist ordu bile manken Aysun Kayacı’ya karşı birleşti. Emekli bir general ’Atatürk’ün kemikleri sızlamıştır’ açıklaması yaptı. Bir çoban da yargıya başvurarak Kayacı’dan özür dilemesini istedi. Ünlü mankene sözleri için Orhan Pamuk’un da yargılandığı 301’inci madde gereği dava açılabilir. Bu sayede Kayacı da Pamuk’la aynı kategoriye girmiş olacak. Gerçi kendisi önceki gün bir açıklama yaparak ”Ağzıma tüküreyim“ diyerek hata yaptığını kabul etti.”

GÜNDEMİ DEĞİŞTİREN SÖZLER!

Aysun Kayacı, geçen hafta NTV’de yayınlanan Haydi Gel Bizimle Ol adlı programda yaptığı ’Ben vergi veren bir insanım benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olamaz’ ve ’Ayak takımının iktidara getirdiği partiden şikayet ediyorsunuz’ açıklamalarıyla Türkiye’nin gündemini değiştirdi...



die welt
Aysun KayaciDas Model und der Hirte
Türkischer Topstar äußert sich abfällig über Bauern und Berghirten, was einen Sturm der Entrüstung und mehrere Klagen wegen Beleidigung auslöst

Engelchen und Teufelchen

5 Nisan 2008 Cumartesi

Aysun Kayacı'nın kapatma davası/Perihan Mağden

Gazetemiz Toprakları'nda süper beğenerek izlediğim bir 'münakaşa' ('münazara' deyip kimseyi Perihan Mağden küstürmeyelim) cereyan ediyor.
'Tepeden Bakmacı 1 English Boy School'cu tavrıyla, Union Jack yazısı attırdı Murat Belge, Sn. Namık Kemal Zeybek'e. 'Biraz bilgi!' filan korkarım başlıklı.
Girişmek isterdim. Ama Gündem çok yoğun. Şam'dan bildirmem, pardon Aysun Kayacı Meselesi'ne tebelleş olmam icap ediyor. Bu nedenle de yukarda ismi geçen 2 Gasteden DostDost'tan özür dileyerek kendi Münazara Ödevi'me geçiyorum.
Aysun Kayacı biliyorsunuz NTV'nin Yıla Damgasını Vuran 'Kireçsökücü Kullanarak Makinesinin Ömrünü Uzatan Kadınlar' programının konuşmamacılarından biri.
Kız 'gak' dese olay oluyor,'guk' dese (k)OLAY. Hakikaten güzel bir kız çocuğumuz. Burnunun şekliyle az biraz oynamadan ve ağzını ördek şekline bu kadar yakınlaştırmadan önce (enn natürel haliyle) daha bile güzeldi.
Belki ağız modelini revize ettirmemiştir. Dudaklarını ördek gibi tutma pratiğiyle- Yani hep öyle yapa yapa O Model beyne üşüşen düşüncelere de sirayet ediyordur, bilemiyoruz tabii ki.
Şimdi bu güzel olduğu kadar, saçık sözlü çocuğumuz geçen haftalarda "Dağdaki Çoban'ın oyuyla, benim oyum niye 1 olsun ki?" diye isyan etti ya. Ayrıca, (affedersiniz) "Ayak Takımı tarafından yönetiliyoruz!" diye damgaya parmağını vurdu ya.
Aysun Kayacı mankenlikten kazandığı paralarla yurdumuzun Kentucky Fried Chicken Üniversiteleri'nden birinde 'How To Fry Chicken and Not Burn İt' bölümünde okuyor, bildiğim kadarıyla.
E bu kadar bilgi+görgü+NTV de dahil olduğu Kireçsökücü Kullananlar Bilinç Kulübü, kıza hak vermemek imkânsız.
'Entitled' mı bu 'comment'leri yapmaya? Yerden göğe kadar 'entitled'. (Yine Türkçe'de kavramın karşılığı verilmediği için bulunmayan bir kelime.)
Ayrıca AK Parti ileri gerileri tarafından 'Edepsiz civciv'den 'teneke kafa'ya çok daha feci konotasyonları da bulunan (bu yüzden buraya alıntılamayacağım) nice bayır aşağı taarruza uğramasını da; düşündüklerini ifade etti diye, tek kelimeyle 'çirkin' iki kelimeyle 'edepten ari' buluyorum.
"Genç bir hanım kızımıza yaptığınız bu şirazesinden fırlamış sataşmalar; sizin neden elinizin bi türlü kalkamayıp da 301'lere filan dokunamadığınızın, anti-demokratik temayüllerinizin feci modellerde dışavurumudur beyler!" demeyi de, boynumun borcu sayıyorum.
Ve fakat Aysun Kayacı'nın bu 'sıradan faşist' sözlerine Sosyaldemokrasinin Gelini kimliğiyle DE anında görüntülenen Müjde Ar ise, önce sıkı bir fırçasını atıp Kayacı'ya (Fırça Apla), sonra da Popülizm Suları'nda yelkenlisinin fazla açılmasına engel olamayıp "Adıyamanlılar da mağarada yaşıyorlar. Ayrıca elektriği kaçak kullanıyorlar"ı buyurmuş!
Bunun üstüne 'Adayamanlılar MağaraAdamları ve Kadınları Derneği' midir, 'Kaçak Elektrik Kullanıp Bunun Yüzlenmesine Tahammülü Olmayanlar Cemiyeti' midir kimdir, bilemeyeceğim; gidip koşa koşa her ikisi hakkında da suç duyurusunda bulunmuşlar.
Suç Duyurucular cenneti!
Suçlanmalarını istedikleri maddeler arasında, en son İsveç gezisinde Demokratikperver Başbakanımız'ın "Valla da kaldırıcaz, billa da değiştiricez tez elden" dediği (27'nci kez diyormuş Türkiye bu temennileri) 301'inci madde de var ki-
Ufuk Uras'ın haklı olarak "Söylediklerinde fikrin 'f'si yok" dediği düşüncelememeleri Ar'la Kayacı'nın; 301'in iyiden iyiye 'ridiküle' edilmelere layık bir 'ridiculous' madde olarak teşhirini temin etti.
Ufuk Uras '301'e hakaret' olarak da görerek bu iki Bilinç Hanımımız'ın bu maddeden (de) ithamını, 301'i ciddiye alıp sahip de çıkmış oluyor ki-
Bu da yadırganacak bir açılım değil.
Gülünç olarak görüp (H)Amerika olsaydık JayLeno'lamalara doyamayacağımız BU madde Ergenekon Çocukları'nın mahkemelerimizi basıp bizi hedef tahtası haline getirmesine, vesile teşkil etmedi mi?
İnternet kafelerde futbollayarak oturan beyaz bereli çocuklarımızın Dink'i tanıyıp bilenmelerine/en azından olayların hissiyatlanmaları böyle cereyan etmiş GİBİ (Türüt kliplerinde filan) lanse edilmesine sonradan ve önceden 'Gerekçelendirme İmal Sanayii'nin- yaramadı mı? Kullanılmadı mı?
Yani deretepe/kıl tüy/kan ceset 'kullanılmış' bu maddenin artık miadını doldurduğunu ve Ar'la Kayacı'nın dahi ayağına dolanabilecek kadar kedi yumaklandığını kabul etsin (ve nitekim: edecektir) AKP.
O maddenin içeriğini (sizi temin ederim) aynen başka bir maddeye taşımayı da (şu günlerde kanunun karşısında kıldan ince boynunun) borcu bilecektir.
Benim 'yadırgadığım' tamamen: CHP'cilerin, ulusalcıların, Ergenekoncuların, Türksolcuların, aydınlatmacıların, herrrşeyibilenlerin, bendeniyimibileceksinkardeşimci-lerin, yargıhükümrancıların:
yani Medyalamamızdaki O Müthiş ve Kocaman Koro'nun söylediklerinin TIPKISININ AYNISINI (evet! Pınar Kür'ün ifade ettiği üzre, onun kadar ortacı ve sıkıcı olmayı başaramadan) ifadelendirmesi üstüne Aysun Kayacı'nın-
NEDEN ona yalnızca ve yalnızca Mehmet Y. Yılmaz'ın sahip çıkmış olmasıdır?
Cumhuriyet Gazetesi'nin bütün fikir başları tamamen aynı hissiyatlanmaları ifadeye kendilerini on yıllardır adamış iken, NEDEN bu Cumhuriyet Çocuğu'nun çemkirmelerine sahip çıkmamaktadır?
Tabii (Pınar Kür Çizgisi'nin belirttiği minvalde) "Neden Emekli bir Orgeneral'le, kömüre ve nohuta muhtaç bir gecekonducunun oyu bir olsun ki?" ya da "Neden koskoca bir Anayasa Mahkemesi Üyesi'yle bir Yargıtay Başsavcısı'yla, Kayserili bir mantıcı teyzenin oyu (ve hatta onun Meclis'imize tebelleş ettiği vekilleri) bir tutulsun ki?" demiş olsaydı Aysun Kayacı-
Örneğini Dağdaki (muhtemelen: Kürt) Çoban yerine bu güzel insanlarımızdan seçmiş olsaydı, Atatürkçü Düşünce Derneği bir sonraki İzmir Mitinginde güzel megafonunu bulmuş olurdu!
Bu kaçan fırsata yandıklarından belki de, hissiyatlarını bunca direktoman dillendiren güzel yavuracağımıza sahip çıkamadılar. Belki de Pepsi reklamlarından.
Öpüştüğü için değil!
FANATİK LAİKÇİ onlar.
'Anti-emperyalistiz' sanrılandıkları için. Putin'i öven Rus modacı kızın defilesine çıksaydı Kayacı- diyelim. Nedenleri bunlar olabilir yani.
'Kaçan balık, güzel olur'- diye ekonomi yazarı bitirişi yapıyorum.

4 Nisan 2008 Cuma

Karides mucizesi

Deniz ürünleri kolesterol ve yağ açısından genelde tedbirli davrandığımız ve tüketim miktarını biraz sınırladığımız gruptur. Ancak...

4 Nisan 2008 Cuma

Balık restoranlarına gidildiğinde eğer sağlığınız için dikkatli ve formuna özen gösteren gruptaysanız genel davranış balık dışında kalan diğer deniz ürünlerini temkinli tüketmek olur. Deniz ürünlerinden balık, tüm sağlıkçıların gözdesidir. Mutlaka her hafta 2 - 3 kez tüketilmesi önerilir. Deniz ürünleri ise kolesterol ve yağ açısından genelde tedbirli davrandığımız ve tüketim miktarını biraz sınırladığımız gruptur. Karides deniz ürünleri içinde en sevilenlerden biridir. Güveçte karides, ızgara karides, karides salatası gibi birbirinden lezzetli ve özel pişirme şekilleriyle çıkar karşımıza. Karidesin besin öğelerine baktığımızda, iyi bir protein, selenyum ve B12 kaynağı olarak yüz güldürücüdür. Düşük yağlı ve düşük kalorili denilebilir ancak yüksek kolesterol içerir. Proteine alternatif Karides hayvansal proteine lezzetli bir alternatiftir 100 - 120 gram karides yaklaşık 23.7 gram protein (günlük ihtiyacın yüzde 30 - 40�ı) sağlarken sadece 112 kalori enerji verir ve bir gramdan az yağ içerir. Vitamin ve mineral zengini Karides ayrıca D vitamini ve B12 vitamini için de harika bir kaynaktır. Sadece 100 - 120 gram karides yiyerek günlük B12 vitamini ihtiyacınızın yüzde 28.2�sini almış oluyorsunuz. B12 vitamini, damar duvarlarına doğrudan hasar veren ve kardiyovasküler hastalıklar için önemli bir risk faktörü olarak görülen homosistein seviyesini düşük tutmak için gereklidir. Bunlara ek olarak karidesler omega 3 yağ asitleri için de iyi bir kaynak. Karidesin yine 100 -120 gramı günlük selenyum ihtiyacının yüzde 64.2�sini karşılıyor. Araştırmalar selenyum ile kanser arasında ters bir korelasyon olduğunu gösteriyor yani selenyum kansere karşı koruyucu. Birçok kişinin kafası karidesin yağ ve kolesterol içeriği ile ilgili karışık olabilir. Karides oldukça az total yağ içeriyor ancak kolesterolü maalesef yüksek. 100 gram veya yaklaşık 12 adet haşlanmış karideste 200 miligram kadar kolesterol var. Bu sebeple bazı kişiler yüksek kolesterol içeriği nedeniyle karides yemekten kaçınırlar. Ancak karides ve kandaki kolesterol seviyesini konu alan araştırmalar, karidesi hayatınızdan tamamen çıkarmanın gereksiz olduğunu gösteriyor. Kolesterole etkisi Yapılan bir araştırmaya göre her gün 300 gram karides yiyen kişilerde LDL (kötü kolesterol) seviyesi yüzde 7 yükselirken, HDL (iyi kolesterol) seviyesinin yüzde 12 arttığı görüldü. Trigliserid (kan yağı) seviyeleri ise yüzde 13 düştü.
Özetle karides seviyorsanız ogün yoğun kolesterol içeren diğer hayvansal gıdaları aynı öğünde tüketmeyin. Et, süt, peynir ve yoğurdun yağsız olanlarını tüketin. Özellikle aynı öğünde hayvansal yağ tüketmeyin. Pişirme yöntemi olarak da tereyağlı karides tercih etmeyin. Sebzeli, fırınlanmış veya haşlanıp salataya eklenmiş veya ızgara şeklinde tüketmeye özen gösterin. Yanında bol yeşillik tüketin. Tam buğday ekmeğini evden eksik etmeyin 1. Tam buğday ekmeği buğday tanesinin kaba kepek ve özünü de birlikte içeren integral (tam) undan üretilir.
2. Beyaz una kepek katılarak yapılmış ekmekler tam buğday ekmeği kadar besin değerine sahip değildir.
3. Buğday özü içerdiğinden çeşitli B vitaminleri ve normal kepekli ekmeklerde bulunmayan antioksidan E vitamini ve elzem doymamış yağları doğal olarak içerir.
4. Antioksidan değeri yüksektir. Kalp damar hastalıkları, kanser, katarakt, romatizma ve bazı alerjilerin oluşumunu yavaşlatır. Bu hastalıklar oluşmuşsa tedavisini kolaylaştırır.
5. Kan şekerini hızlı yükseltmez. Şeker hastalığını kontrol altında tutmaya, kan basıncını, kolesterolün yükselmesini önlemeye, kabızlığı gidermede, bağışıklık sistemini güçlendirmede yardımcıdır.
6. Tokluk hissi verir, tokluğun süresini uzatır.
7. Özellikle E ve B grubu vitaminleri, kalsiyum, demir, çinko gibi pek çok elzem minerali içerir.
8. Alınan kaloriyle orantılı protein sağlar. Kurubaklagillerle yenildiği takdirde kolesterol ve doymuş (katı) yağ almaksızın protein kalitesini yükseltir.
9. Fazla kilolardan kurtulma ve kaybedilen kiloyu korumada yardımcıdır.
10. Kalorisi beyaz ekmekten daha düşüktür.
11. Çiğneme ve sindirim sırasında daha fazla kalori yakar.


aysun kayacı kızdı ekranda ağzını bozdu

gazeteler aktuel konular rss ler sondakika gazete haberleri rss baglantıları


Aysun kızdı ekranda ağzını bozdu


Aysun Kayacı çok eleştirilen sözlerine açıklık getirdi: “Kimse konuşmazsa ülke iyiye gitmez. Ülkemi sevdiğim için konuştum. Ağzıma tüküreyim...”

NTV’de “Benim oyum, dağdaki çobanla bir olmaz” dediği için eleştiri yağmuruna Aysun Kayacı, dün akşam ’Haydi Gel Bizimle Ol’da sözlerine açıklık getirdi. Konuk M. Ali Birand’ın çiçek verdiği Kayacı şunları söyledi: “Kimse konuşmazsa o zaman bu ülke hiç iyiye gitmez. Ben ülkemi sevdiğim için konuştum. Ağzıma tüküreyim. Ben de oradan geldiğim için konuşmaya hakkım olduğunu düşünüyorum. Ama bundan sonra nerelerinden anlıyorlarsa oralarından konuşayım...”


Yaşananlara şaşırdığını belirten Müjde Ar da, “Bir takım insanlar onları savunduğum için bana dava açtı. Bu dünyanın hiç bir yerinde olmaz. Üstelik ben Aysun’a karşı çıktım. Hem ona hem bana dava açtılar” dedi. Sohbete katılan Pınar Kür de şunları söyledi: “Ben de Aysun’la aynı şeyi savundum. Ama üslubumu ayarladım problem olmadı.” Müjde Ar da “Benim eşim siyasetçi. Ortadan konuşacaksın. Çoban demeyeceksin” dedi. Mehmet Ali Birand da “Bu kadar güzel olmasaydın sözlerin bu kadar olay olmazdı” diyerek Aysun Kayacı’nın gönlünü aldı.

amozon magazası